Kişisel blog: 2002'den bu yana kültürel koruma, Internet hukuku ve "hayata" dair saptamalar, paylaşımlar...
16 Ağu 2008
8 Ağu 2008
6 Ağu 2008
16 Tem 2008
BİR SEVGİLİ HOCAMIZI DAHA YİTİRDİK: Prof. Dr. Çetin ÖZEK
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Çetin Özek...
Yarın (17 Temmuz 2008) onu uğurluyoruz...
Yarın (17 Temmuz 2008) onu uğurluyoruz...
6 Tem 2008
"HAREKETE" KARŞI HAREKETLİ YAPILAR
İpe boncuk dizer gibi yapılıveren hareketli gökdelenler!
25 Haz 2008
Kene konusunda ...
KENE ISIRMASI – KIRIM KONGO KANAMALI ATEŞİ HASTALIĞI ve KUŞLAR
Haziran 2008
Ülkemizde üç yıldan beri özellikle İç Anadolu’nun kuzey bölgesi kırsalında görülen ve kene ısırması sonunda ölümlere yol açan bu hastalıktan korunmanın en etkili yöntemi hastalık nedenini ortadan kaldırmaktır. Mücadelenin, kırsal kesimde çevreyi ilaçlamaktan geçtiğini ileri süren ve amaçları sadece çevreyi kirleterek para kazanmak olan ve düşüncelerinin bilinçli mi yoksa bilinçsizcesine mi olduğu kestirilemeyen kişilerin eline bırakılması kadar acizane bir çözüm olamaz. Bu konuda İstanbul Veteriner Hekimler Odası da bir bildiri yayınlamıştır.
Çevrenin ilaçlanması sırasında faydalı faydasız, zararlı zararsız ve henüz işlevini tanımadığımız nice canlının yok edildiğini biliyoruz. Yokedilmeye çalışılanların ise yıllardır yapılan ilaçlamalardan istediğimiz ölçüde etkilenmediğini de görüyoruz. Sürdürülen mücadelelerin bir kısır döngü biçiminde yaşandığı bu ortamda nice canlının getireceği faydayı bilmeden yok etmek cinayettir. Çevreyi ilaçlama cinayetlerine bir son vermeden insanların sağlıklı yaşaması mümkün değildir.
Doğanın kendi içinde milyonlarca yılda ortaya koyduğu bir ekoloji gerçeği varken ve bu gerçeği bilim yoluyla biraz aklı çalışan hemen herkesin öğrenebildiğini bilmemize rağmen hâlâ gözümüzün önünde olan bu ekolojik mücadeleyi düşünmemiş olmamız hayret verici bir durum. Söz konusu hastalığın ülkemizde görülmeye başladığı üç yıl öncesinde korumacıların dile getirdiği “kuş avcılığı yasağı” keneyle yapılacak en etkili mücadele biçimidir. İki hafta önce basında özel olarak yetiştirilen sülünlerin doğaya salındığı ve bu kuşların besin çeşitlerinin arasında kenenin de bulunduğu belirtilmişti. Bıldırcın, sülün, keklik, bağırtlak, güvercin, üveyik gibi orta büyüklükteki kuşlarla, kuyrukkakan türleri, örümcekkuşu türleri, taşkuşu türleri, kızılkuyruk türleriyle ismini saymadığım nice kuş türü kene ve benzeri böcek, sinek, örümcekler ve bunların yumurtaları, larvalarıyla beslenirler. A.Ü. Fen Fak. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Barbaros Çetin de aynı bilgiyi desteklemektedir. (Bak: 6.6.08 Hürriyet Gazetesi) Dağı taşı ilaçlayarak bu kuş türlerini de kelaynaklar gibi yok edersek, daha çok kene ısırığı kurbanını toprağa verirken milyonlarca lirayla da kendimizi zehirleriz.
Yukarıda sayılan kuş türlerinin her türlü avcılığının derhal ve kesin biçimde yasaklanması en ucuz ve sağlıklı önlemdir. Bu önlemle birlikte önce hastalığın en yoğun olduğu bölgeden başlayarak vatandaşları korunma konusunda tek tek aydınlatmak gerekmektedir ki kanımızca kamu hâlâ kene ısırdığında ne yapacağı konusunda bir bilgi karmaşası içindedir.
Kuş avcılığının sona erdirilmesi kararını alacak bir Çevre ve Orman Bakanlığı bu kararıyla ülke tarihine geçecek bir etkinliğe imza atmış olacaktır. Ayrıca söz konusu hastalığın sadece ülkemizde değil komşu ülkelerde ve kıtalarda yaşayanlara bulaşmasını da kısmen engelleyerek tüm insanlığa hizmet etmenin şerefine ulaşacaktır.
Asaf Ertan
Doğa Gözcüleri Derneği kurucu üyesi
Haziran 2008
Ülkemizde üç yıldan beri özellikle İç Anadolu’nun kuzey bölgesi kırsalında görülen ve kene ısırması sonunda ölümlere yol açan bu hastalıktan korunmanın en etkili yöntemi hastalık nedenini ortadan kaldırmaktır. Mücadelenin, kırsal kesimde çevreyi ilaçlamaktan geçtiğini ileri süren ve amaçları sadece çevreyi kirleterek para kazanmak olan ve düşüncelerinin bilinçli mi yoksa bilinçsizcesine mi olduğu kestirilemeyen kişilerin eline bırakılması kadar acizane bir çözüm olamaz. Bu konuda İstanbul Veteriner Hekimler Odası da bir bildiri yayınlamıştır.
Çevrenin ilaçlanması sırasında faydalı faydasız, zararlı zararsız ve henüz işlevini tanımadığımız nice canlının yok edildiğini biliyoruz. Yokedilmeye çalışılanların ise yıllardır yapılan ilaçlamalardan istediğimiz ölçüde etkilenmediğini de görüyoruz. Sürdürülen mücadelelerin bir kısır döngü biçiminde yaşandığı bu ortamda nice canlının getireceği faydayı bilmeden yok etmek cinayettir. Çevreyi ilaçlama cinayetlerine bir son vermeden insanların sağlıklı yaşaması mümkün değildir.
Doğanın kendi içinde milyonlarca yılda ortaya koyduğu bir ekoloji gerçeği varken ve bu gerçeği bilim yoluyla biraz aklı çalışan hemen herkesin öğrenebildiğini bilmemize rağmen hâlâ gözümüzün önünde olan bu ekolojik mücadeleyi düşünmemiş olmamız hayret verici bir durum. Söz konusu hastalığın ülkemizde görülmeye başladığı üç yıl öncesinde korumacıların dile getirdiği “kuş avcılığı yasağı” keneyle yapılacak en etkili mücadele biçimidir. İki hafta önce basında özel olarak yetiştirilen sülünlerin doğaya salındığı ve bu kuşların besin çeşitlerinin arasında kenenin de bulunduğu belirtilmişti. Bıldırcın, sülün, keklik, bağırtlak, güvercin, üveyik gibi orta büyüklükteki kuşlarla, kuyrukkakan türleri, örümcekkuşu türleri, taşkuşu türleri, kızılkuyruk türleriyle ismini saymadığım nice kuş türü kene ve benzeri böcek, sinek, örümcekler ve bunların yumurtaları, larvalarıyla beslenirler. A.Ü. Fen Fak. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Barbaros Çetin de aynı bilgiyi desteklemektedir. (Bak: 6.6.08 Hürriyet Gazetesi) Dağı taşı ilaçlayarak bu kuş türlerini de kelaynaklar gibi yok edersek, daha çok kene ısırığı kurbanını toprağa verirken milyonlarca lirayla da kendimizi zehirleriz.
Yukarıda sayılan kuş türlerinin her türlü avcılığının derhal ve kesin biçimde yasaklanması en ucuz ve sağlıklı önlemdir. Bu önlemle birlikte önce hastalığın en yoğun olduğu bölgeden başlayarak vatandaşları korunma konusunda tek tek aydınlatmak gerekmektedir ki kanımızca kamu hâlâ kene ısırdığında ne yapacağı konusunda bir bilgi karmaşası içindedir.
Kuş avcılığının sona erdirilmesi kararını alacak bir Çevre ve Orman Bakanlığı bu kararıyla ülke tarihine geçecek bir etkinliğe imza atmış olacaktır. Ayrıca söz konusu hastalığın sadece ülkemizde değil komşu ülkelerde ve kıtalarda yaşayanlara bulaşmasını da kısmen engelleyerek tüm insanlığa hizmet etmenin şerefine ulaşacaktır.
Asaf Ertan
Doğa Gözcüleri Derneği kurucu üyesi
9 Nis 2008
HATTUŞA'DAN...
Çorum, Yazılıkaya- 12 Savaşçı...
Tarihi Kentler Birliği, Çorum Semineri vesilesiyle tekrar ziyaret edildiler...
-Yıllar önce gelip, onların "kalıbını alan" ve kullandığı malzemenin taşlara zarar verdiğinin sonradan anlaşılması üzere alana sokulması yasaklanan bir Avrupalı "profesör"ün, "jandarma eşliğinde" de olsa tekrar buralarda dolaşabildiğini öğrendik...-
Bu arada Çorum harika bir müzeye kavuşmuş. Yanısıra bir çok lüks otele de...
Prof. Dr. Metin Sözen, kendi doğduğu topraklarda çocuklar kadar neşeli ve mutlu idi...
Ayrılacağımıza yakın, akrabalarının getirdiği "şecere" herkesin ilgi odağı oldu:
Etiketler:
Çorum,
Metin Sözen,
Tarihi Kentler Birliği,
Yazılıkaya
20 Mar 2008
"KATLANILAN TANIKLIK: IRAK SAVAŞININ 5 YILI"
Ayperi Ecer Karabuda (Reuters VP ve bu projenin müellifi) yollamış...
Reuters muhabir, fotoğrafçı ve kameramanlarından 100 kişilik bir kadronun Irak savaşı ile ilgili saptamaları... 7'si Reuters'dan olmak üzere 127 gazetecinin de ölümüne sebep olan "savaş"a katlanılan tanıklık...
Tıklayın: http://iraq.reuters.com/
Through five years of war, a team of 100 Reuters correspondents, photographers, cameramen and support staff has strived to deliver news to the world from Iraq – the most dangerous country for the press. These are their personal stories, bearing witness through half a decade of conflict which has taken the lives of 127 journalists, including seven Reuters colleagues.
Visit: http://iraq.reuters.com/
Reuters muhabir, fotoğrafçı ve kameramanlarından 100 kişilik bir kadronun Irak savaşı ile ilgili saptamaları... 7'si Reuters'dan olmak üzere 127 gazetecinin de ölümüne sebep olan "savaş"a katlanılan tanıklık...
Tıklayın: http://iraq.reuters.com/
Through five years of war, a team of 100 Reuters correspondents, photographers, cameramen and support staff has strived to deliver news to the world from Iraq – the most dangerous country for the press. These are their personal stories, bearing witness through half a decade of conflict which has taken the lives of 127 journalists, including seven Reuters colleagues.
Visit: http://iraq.reuters.com/
15 Mar 2008
AÇIK RADYO
Açık Radyo Dinleyici Destek Projesi yarın sona ererken bir köşe yazısı...
4 Mar 2008
İZMİR İÇİN OY VERİLİYOR!
http://www.infoexpo2015.com/
9 Şub 2008
23 Oca 2008
BELGE-TÜRK
Keşke bizim rahmetli Tuncer Üney de bu gelişmeyi görseydi...
İvHP web-kütüğünde ve E-Yaşam'da hep yazageldiği gibi...
İvHP web-kütüğünde ve E-Yaşam'da hep yazageldiği gibi...
21 Oca 2008
METİN SÖZEN'E KÜLTÜR BÜYÜK ÖDÜLÜ ve ANKARA
ANKARA, ANKARA, GÜZEL ANKARA!
Küçükken bu şarkıyı söylerdik Ankara'da ama aslında aklımız İstanbul'daydı hep! Geçen hafta Metin Hoca'nın "Büyük Ödül"ü, gözümüzde Ankara'yı daha bir güzelleştirdi sanki...
18 Ocak 2008, Cumartesi sabahı Ankara'ya doğru yola düzüldük. Sevgili Hocamız ödülünü aldı ve aldığı ödüle karşılık bir dolu işe yarar mesaj verdi.Dedi ki konuşması sırasında bir ara:
"...Ayrıca ben Cumhurbaşkan'ımızın, gittiği ülkelerdeki devlet büyüklerinin, yöneticilerin elini sıkarken biraz acıtmasını diliyorum! Çünkü bu ülkenin uygarlık ülkesi, bunların uygarlık kaynağı, akıllarının ve düşüncelerinin üretildiği toprakların cumhurbaşkanı olarak, O'nun nezaketle sıktığı o eller acıdığı zaman, 'Bu gelen o toprakların cumhurbaşkanıdır' hissinin uyandırılması önemlidir..."
Dönüşte o otobüste yoktu! Çünkü Çorum'a doğru yol almaktaydı. "ÖDÜL" ise otobüste bizimleydi:
Ödülün tasarımını yapan Metin Keskin, şöyle açıkladı:
Taban üzerinden yükselen dört kristal sütun (kamu, yerel, özel, sivil kesimlerin simgeleri) Anadolu kültür mirasını simgeleyen küreyi taşıyor. Kürenin üzerinde ise Selçuklu dış bezeme figürleri var...
Etiketler:
ÇEKÜL,
Gürol Sözen,
Kültür,
Metin Keskin,
Metin Sözen
15 Oca 2008
5 Oca 2008
27 Ara 2007
83 YIL ÖNCEDEN GÖRÜLEN ÖNKOŞUL: "YÜKSEK KARAKTERLİ KORUYUCULAR"
Cumhuriyet, düşüncesi hür, anlayışı hür, vicdanı hür nesiller ister.
Ey yükselen yeni nesil!
İstikbal sizindir.
Cumhuriyeti biz kurduk, onu devam ettirecek sizlersiniz.
Cumhuriyet düşüncede, bilgide, sağlıkta güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister.
Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur.
Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur.
Cumhuriyet, fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz.
Cumhuriyet fazilettir.
K. Atatürk
Ankara, 1925
2008'de o "yüksek karakterli koruyucuların" çoğalması dileği...
Ey yükselen yeni nesil!
İstikbal sizindir.
Cumhuriyeti biz kurduk, onu devam ettirecek sizlersiniz.
Cumhuriyet düşüncede, bilgide, sağlıkta güçlü ve yüksek karakterli koruyucular ister.
Cumhuriyet, demokratik idarenin tam ve mükemmel bir ifadesidir. Bu rejim, halkın gelişimini ve yükselişini sağlayan, onlardan esirlik, soysuzluk, dalkavukluk hislerini uzaklaştıran bir yoldur.
Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur.
Cumhuriyet, fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz.
Cumhuriyet fazilettir.
K. Atatürk
Ankara, 1925
2008'de o "yüksek karakterli koruyucuların" çoğalması dileği...
21 Ara 2007
9 Ara 2007
BÜLENT TANÖR...
Sevgili hocamız
Prof. Dr. Bülent Tanör 28 Kasım 2002'de aramızdan ayrılmıştı... O gitmeden, hiçdeğil ise başındaki "çözülebilir" sıkıntılara bir nebze çare olabilir umuduyla bir çevrimiçi dilekçe de açmıştık... Ama işe yaramamıştı ne yazık...
Bu yıl Açık Radyo'da, "Bilgi Çağının Hukuku" programında Prof. Dr. Öget Öktem Tanör ile 2 özel söyleşi ve ardından Prof. Dr. Ülkü Azrak ile onun anısına düzenlenen toplantıya ilişkin yayın ile onu anmaya ve görüşlerini yaşatmaya çalıştık...
O'nu unutmamak ve unutturmamak şart...
Bu yıl Açık Radyo'da, "Bilgi Çağının Hukuku" programında Prof. Dr. Öget Öktem Tanör ile 2 özel söyleşi ve ardından Prof. Dr. Ülkü Azrak ile onun anısına düzenlenen toplantıya ilişkin yayın ile onu anmaya ve görüşlerini yaşatmaya çalıştık...
O'nu unutmamak ve unutturmamak şart...
Etiketler:
Açık Radyo,
Anayasa Hukuku,
Bilgi Çağının Hukuku,
Bülent Tanör,
Ülkü Azrak
30 Kas 2007
"Hukuk, İNSANLIĞIN ortak huzurunu güvence altına almaya dönük, evrensel ilkeler matematiğidir."
Ç. Altan-
19 Kas 2007
31 Eki 2007
Aşkın, yaşlılığın ve savaşın ne olduğu; sadece onu yaşarken anlaşılır / Yazarlar / Milliyet Gazete
Aşkın, yaşlılığın ve savaşın ne olduğu; sadece onu yaşarken anlaşılır / Yazarlar / Milliyet Gazete
ve dahası:
Erdal Inonu'nun gidisi... : http://www.milliyet.com.tr/2007/10/31/son/sonsiy29.asp
Ağlamanın yetmediği anlar bunlar...
ve dahası:
Erdal Inonu'nun gidisi... : http://www.milliyet.com.tr/2007/10/31/son/sonsiy29.asp
Ağlamanın yetmediği anlar bunlar...
18 Eki 2007
"TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU"na bir YAKLAŞIM BİÇİMİ ve BİÇEMİ
Saygıdeğer arkadaşlar, dünya çapında önemli ve olağanüstü olaylar karşısında, saygıdeğer milletimizin gerçek uyanıklığına ve şuurluluğuna değerli bir belge olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun bazı maddelerini açıklığa kavuşturmak için kurulmuş olan özel komisyon tarafından yüksek heyetinize teklif edilen kanun tasarısının kabulü dolayısıyla, Türkiye Devleti'nin zaten bütün dünyaca bilinen, bilinmesi gereken mahiyeti, milletlerarası adıyla adlandırıldı. Bunun tabii bir gereği olmak üzere bugüne kadar doğrudan doğruya Meclis Başkanlığı'nda bulundurduğunuz arkadaşınıza, yaptırdığınız bu görevi, Cumhurbaşkanı unvanıyla yine aynı arkadaşınız, bu aciz arkadaşınıza tevcih ediyorsunuz. Bu münasebetle, şimdiye kadar hakkımda gösterdiğiniz sevgi, samimiyet ve güveni bir defa daha göstermekle, yüksek değerbilirliğinizi ispat etmiş oluyorsunuz. Bundan dolayı yüce heyetinize gönlümün bütün samimiyeti ile teşekkürlerimi arz ederim."
"Efendiler, asırlardan beri Doğuda haksızlığa ve zulme uğramış olan milletimiz, Türk milleti, gerçekte soydan sahip bulunduğu yüksek kabiliyetlerden yoksun zannediliyordu."
"Son yıllarda milletimizin fiili olarak gösterdiği kabiliyet, istidat ve kavrayış kendi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar gerçeği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz kendisinde var olan vasıfları ve değeri, hükümetin yeni adıyla, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir."
"Arkadaşlar, bu yüksek rejimi yaratan Türk milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, kazandığım bu güven ve itimada layık olmak için, pek önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce heyetinizin şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır. Ancak bu sayede ve Tanrı'nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum."
"Daima sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır."
Mustafa Kemal Atatürk
İlk Meclis Konuşması
Kaynak: http://www.ataturk.net/ata/cumhurk.html
"Efendiler, asırlardan beri Doğuda haksızlığa ve zulme uğramış olan milletimiz, Türk milleti, gerçekte soydan sahip bulunduğu yüksek kabiliyetlerden yoksun zannediliyordu."
"Son yıllarda milletimizin fiili olarak gösterdiği kabiliyet, istidat ve kavrayış kendi hakkında kötü düşünenlerin ne kadar gafil ve ne kadar gerçeği görmekten uzak, görünüşe aldanan insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz kendisinde var olan vasıfları ve değeri, hükümetin yeni adıyla, medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir."
"Arkadaşlar, bu yüksek rejimi yaratan Türk milletinin son dört yıl içinde kazandığı zafer, bundan sonra da birkaç misli olmak üzere kendini gösterecektir. Bendeniz, kazandığım bu güven ve itimada layık olmak için, pek önemli gördüğüm bir noktadaki ihtiyacı arz etmek mecburiyetindeyim. O ihtiyaç, yüce heyetinizin şahsıma karşı gösterdiği sevgi, güven ve desteğin devamıdır. Ancak bu sayede ve Tanrı'nın yardımıyla, bana verdiğiniz ve vereceğiniz görevleri en iyi şekilde yapabileceğimi ümit ediyorum."
"Daima sayın arkadaşlarımın ellerine çok samimi ve sıkı bir şekilde yapışarak, kendimi onların şahıslarından bir an bile uzak görmeyerek çalışacağım. Daima milletin sevgi ve güvenine dayanarak hep birlikte ileri gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır."
Mustafa Kemal Atatürk
İlk Meclis Konuşması
Kaynak: http://www.ataturk.net/ata/cumhurk.html
8 Eki 2007
7 Eki 2007
4 Eki 2007
29 Ağu 2007
28 Ağu 2007
KOLAY UNUTULMAYACAK BİR CUMHURBAŞKANIYDI...
(Basından)
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Cumhurbaşkanlığı görevini bırakmaya saatler kala Anıtkabir'i ziyaret etti.
Cumhurbaşkanı Sezer, saat 09.30'da Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu, Ankara Valisi Kemal Önal ve Çankaya Köşkü çalışanlarıyla birlikte Aslanlı Yol'un başından yürüyerek Anıtkabir'e geldi.
Atatürk'ün kabrine çelenk bırakan Sezer, saygı duruşunda bulundu. Daha sonra İstiklal Marşı seslendirildi.
“SON KEZ HUZURUNUZDAYIM”
Cumhurbaşkanı Sezer, Misak-ı Milli Kulesi'ne geçerek, Anıtkabir Özel Defteri'ni de imzaladı. Sezer, deftere şunları yazdı:
“Yüce Atatürk, Cumhurbaşkanı olarak son kez huzurunuzdayım. Görevimi; ilke ve devrimlerinize, yeminime, anayasal kurallara, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel değerlerine bağlılıktan ayrılmadan tamamlamanın mutluluğunu yaşıyorum.
Türk Ulusu'na sizin makamınızda Cumhurbaşkanı sıfatıyla hizmet etmiş olmanın onurunu, yaşamım boyunca taşıyacağım.
Hizmet makamları ve kişiler gelip geçicidir. Sonsuza kadar kalıcı olan ilke ve devrimlerinizin kuruluş felsefesini oluşturduğu, laik, demokratik, çağdaş ve aydınlık Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Hedefini; 'çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve onu aşmak' biçiminde ortaya koyan Türkiye Cumhuriyeti, başlattığınız aydınlanma savaşını kararlılıkla sürdürecektir.
Türk Ulusu, bugünkü kazanımlarını size ve kurduğunuz Cumhuriyet'e borçlu olduğunun bilinciyle eserlerinize sahip çıkacak, ilke ve devrimlerinizden, çağdaş değerlerden ödün vermeden gösterdiğiniz hedeflere el birliği ile ulaşacaktır.
Bağlılığımı en içten duygularla bir kez daha yineliyor, yüksek anınız önünde saygıyla, özlemle ve minnetle eğiliyorum.”
Cumhurbaşkanı Sezer, metni yazdıktan sonra sesli olarak okudu.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Cumhurbaşkanlığı görevini bırakmaya saatler kala Anıtkabir'i ziyaret etti.
Cumhurbaşkanı Sezer, saat 09.30'da Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu, Ankara Valisi Kemal Önal ve Çankaya Köşkü çalışanlarıyla birlikte Aslanlı Yol'un başından yürüyerek Anıtkabir'e geldi.
Atatürk'ün kabrine çelenk bırakan Sezer, saygı duruşunda bulundu. Daha sonra İstiklal Marşı seslendirildi.
“SON KEZ HUZURUNUZDAYIM”
Cumhurbaşkanı Sezer, Misak-ı Milli Kulesi'ne geçerek, Anıtkabir Özel Defteri'ni de imzaladı. Sezer, deftere şunları yazdı:
“Yüce Atatürk, Cumhurbaşkanı olarak son kez huzurunuzdayım. Görevimi; ilke ve devrimlerinize, yeminime, anayasal kurallara, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel değerlerine bağlılıktan ayrılmadan tamamlamanın mutluluğunu yaşıyorum.
Türk Ulusu'na sizin makamınızda Cumhurbaşkanı sıfatıyla hizmet etmiş olmanın onurunu, yaşamım boyunca taşıyacağım.
Hizmet makamları ve kişiler gelip geçicidir. Sonsuza kadar kalıcı olan ilke ve devrimlerinizin kuruluş felsefesini oluşturduğu, laik, demokratik, çağdaş ve aydınlık Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Hedefini; 'çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve onu aşmak' biçiminde ortaya koyan Türkiye Cumhuriyeti, başlattığınız aydınlanma savaşını kararlılıkla sürdürecektir.
Türk Ulusu, bugünkü kazanımlarını size ve kurduğunuz Cumhuriyet'e borçlu olduğunun bilinciyle eserlerinize sahip çıkacak, ilke ve devrimlerinizden, çağdaş değerlerden ödün vermeden gösterdiğiniz hedeflere el birliği ile ulaşacaktır.
Bağlılığımı en içten duygularla bir kez daha yineliyor, yüksek anınız önünde saygıyla, özlemle ve minnetle eğiliyorum.”
Cumhurbaşkanı Sezer, metni yazdıktan sonra sesli olarak okudu.
25 Ağu 2007
PEMBE DOMATESLER
"PDA" ya da "Pembe Domates Ağı", son zamanlarda sapıtan iklim koşullarına karşı ne edeceğini şaşırmış durumda... İşin kötüsü biz de bu işin birinci elden uzmanı değiliz... Pembeler, çiçek açıp çiçek döküyor... Onları doğal yöntemlerle yetiştirmeye söz vermiş insanlar çözüm arıyor... Ne etsek?
17 Ağu 2007
7 Ağu 2007
3 Ağu 2007
27 Tem 2007
GOOGLE RAKİPLERİNDEN BİRİ: UJİKO
10 Tem 2007
ACAYİP HAVALAR
Açık Radyo Kitapları’nın ilki, Kate Evans’ın yazdığı, Özlem Dalkıran’ın Türkçe’ye çevirdiği, "Acayip Havalar, İklim Değişikliği Hakkında Bilmek İstemediğiniz Ama Muhtemelen Öğrenmek Zorunda Olduğunuz Her Şey"
9 Tem 2007
erken UYARI
...Önceden görmek önceden belirleyebilmek, ancak aktif olan, kendisine amaçlar koyan, onları gerçekleştirebilen bir varlık için söz konusu olabilir. Böyle bir varlık kendi yapıp-etmelerini değer duygusuna göre yöneten, olup-bitenden yana veya ona karşı hareket edebilen biricik varlık olarak tanıdığımız, insandır ve yalnız insandır. insanın yetenekleri ve başarıları onun somut bütünlüğü içinde birbirini tamamlarlar. Nasıl aktif olma, tavır takınma, değerleri duyma gibi yetenekler, önceden görme, önceden belirleme olmadan işlevlerini ve anlamlarını gerçekleştiremezlerse, önceden görme ve önceden belirleme de birbirine ve yukarıdaki yeteneklere dayanmadan kendileri ve insan için anlamlarını yitirirlerdi...
Kaynak:
erken UYARI
"Önceden görme ile önceden belirlemenin Antropoloji bakımından betimlenmesi", Takiyettin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi
Kaynak:
erken UYARI
"Önceden görme ile önceden belirlemenin Antropoloji bakımından betimlenmesi", Takiyettin Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi
26 Haz 2007
23 Haz 2007
EKOLOJİK ÇATILAR
Topraksız kentliler icin de guzel bir cozum...
"Ekolojik çatı"
"Ekolojik çatı"
21 Haz 2007
29 Nis 2007
21 Nis 2007
DÜNYA GÜNÜ 2007
Bir Tek İnsan Bile Dünyayı Değiştirebilir!
Denis HAYES - 1970
Earth Day
Amerikalı '68'li Denis Hayes'in dünyayı değiştirme hareketi "Earth Day"; "Dünya Günü": 22 Nisan 2007 devam ediyor. Doğru, "bir Bush" bile dünyayı değiştirmeye devam ediyor. Ne ki "olumludan yana değiştirme"ye azimliler de var hala... İşte bir tanesi, ÇEKÜL, bu Dünya Günü'nü İzmit'te dikim şenliği ile sürdürüyor... Biz de PDA ile yola devam edelim...
12 Mar 2007
2 Mar 2007
İSTANBUL TURİZMİNİN YAKIN GELECEĞİ
Mehmet Ata TANSUĞ
İstanbul turizminin son beş yıllık dönem için, sayısal tarifi "4,5-5 milyon" aralığında ve "ülkeye gelen yabancıların %23-24'ü" olarak verilebilir. Bu sayılar uzun zamandır çeşitli nedenlerden dolayı aşılamıyan bir gerçek durumundadır. Bu gerçeğin aşılması konusunda ciddi bir çabanın olduğu da söylenemez. İstanbul'un "tanınırlığı" özgüveni üstüne kurulu içine kapalı ekonomi dönemi yaklaşımı ne kamu sektöründe ne de özel sektörde değişmiştir. Bu değişikliğin olmama nedenlerinden en önemlisi herhalde gerçek anlamda ekonomik getirinin önemsenmemesinden kaynaklanmaktadır.
Bürokrasinin "Nasıl olur, nasıl önemsenmez?" tarzındaki "refleks itirazları" ile üstesinden gelinemiyecek bir ihmalin açık şekilde önümüzde durduğunu görmemiz gerekir. Bu ihmalde en önemli etken, değişimi algılamayan sektör mensuplarının "uyku halidir". Devletin turizm gelir kaynağı olarak, kıyılara yönelmesinin ardından, unutulan şehir turizmi ve dolayısıyla ‘’İstanbul turizmi", kıyılarda oluşan, ilk krizde tekrar hatırlanmışsa da günümüz yaklaşımlarına uygun ‘’rekabet’’ koşulları gereği alt yapı eksiklerinin tamamlanması sonucu ancak bir işe yarayabilir.
Bu konuda bir örnek dahi durumu kolayça açıklığa kavuşturacaktır. Yakın zamana kadar paket turlar ile satılma alışkanlığı olan şehirler, günümüzde "uçak+otel" formülüyle satılabilmektedir. Kısaca pazarlama kanalı değişmiştir. Daha doğrusu sanayi toplumu pazarlama teknikleri, hızlı bir şekilde bilhassa bu sektörde bilgi toplumu araçlarını kullanır duruma gelmiştir.
Sektör işletmelerinin taşıdığı KOBİ ve aile işletmesi yapısal özelliklerinin getirdiği engellerin aşılması için, iç dinamiklerin harekete geçirilme zorunluğu var. Bu zorunluluk "dernek" seviye ve görüş açısıyla maalesef aşılamamaktadır. Bu noktada aşılamayan sadece İstanbul'un kırk yıllık "potansiyellikten kurtulamayan" turizmi değil, bir türlü harekete geçemeyen, "birden fazla" ekonomik faaliyetin oluşturacağı değerlerdir.
Şehir turizminin rekabet ortamında öne çıkmasını sağlıyan faktörlerin fiyat rekabeti dışında neler olduğu bilinmeli ve sürekliliği sağlanmalıdır. Bu noktada devreye "3E" girmektedir; kıyı turizminin "3S"sinde olduğu gibi, bu unsurların birinde aksama olduğunda işlerden verim alınamadığı görülmüştür.
"3E" açılımı; "Education": "Eğitim/kültür, "Entertaintment" (eğlence-yeme içme dahil), "Enthusiasm" : "Heyecan, ilgi, çoşku" bu kısaca kıyı turizmine ("sea, sun, sable")denk düşen asgari koşul tarifinin karşılığıdır. Şehir turizminin "3E" faktörlerinin ötesinde
Kongre, alışveriş, spor, sağlık vs. birçok alt başlıkları da olduğu bilinmektedir. Bu turizm manivelalarının tamamına yakının kullanılmadığı şehir, bölge veya destinasyonlarda, turizmin "T"sinin dahi sektörel faaliyet olmadığı yaygın olarak bilinmektedir. Tarihi veya doğal değerlerin rüzgarına dayanan yaklaşımlarla günümüzde turizm faaliyeti yürütmeye çalışmak "amatör’’deyimine dahi layık görülmemektedir.
Günümüz turizmi şehir, bölge veya destinasyon esaslı pazarlama ve bunun rekabetçi tutum ile sürdürülmesi demektir. Bu gerek merkezi yönetim gerekse yerel yönetim bürokrasinin kendi başına karar alma veya yönetme tekniklerini kullanmasıyla "imkansız"ı işaret etmektedir.
Günümüzün "iyi yönetim" yaklaşımları kamusal yetki alanın özel sektör ile işbirliğini zorunlu kılıp, yeni modelleri hayata geçirme üzerinde birlikte çalışma ve araştırılma yapılmasını gerektirmektedir. Modeller, sektör temsilcilerinin sivil toplum yaklaşımının ötesinde birlikte çalışma koşullarını zorunlu kılmaktadır. Günümüzde kamu yaklaşımı, bürokrasinin hakimiyetinin ötesinde, işi "yapanlar"ın ve "bilen"lerin yürütmede ortak olduğu yaklaşımlara uygun şekillenmektedir.
İstanbul'un, gerçekten turistik bir cazibe merkezi olması isteniyorsa, turizmin ekonomik faktör olarak ülkeye artı değer katkısı bekleniyorsa kısa dönem yol haritalarında aşağıdaki yaklaşımlara önem verimelidir:
* İstanbul turizminin uluslararası areneda başarı araması zorunlu ise vilayet, belediye,
ticaret odası, sektör ve yerel STK temsilcileri hatta bu konuda yararlı olacağına inanılan fertlerin dahil olduğu karar alıcı ve yürütücü "koordinatör" bir kuruma gerek vardır.
* 2010 Kültür Başkenti Projesi'nin önemli bir yönü olan "kültürün İstanbul yaşamında yaygın biçimde yer alması" ögesinin, günümüz şehir turizminin önemli bir unsuru olduğu da hatırda tutulmalıdır. Bu açıdan 2010 için kurulacak yapı, orta vadede şehir tanıtımı ve turizmi ilintili ekonomik işlerinin süreklilik kazandığı bir kurum olarak devam etmelidir.
* Yukarıda tarifi yapılan "koordinatör kurum", koordinasyon ve yönlendirme fonksiyonlarını içermeli, diğer alt kuruluşlar ise konuları veya ilgi alanları içinde faaliyetlerini yürüten bağımsız birimler olarak kalmalıdır. Bu tarz teşkilatlanma, kültürel oluşumun kalıcığını, tanıtımın yerel ve dinamik yapısının sürekliliğini, 2010 vesilesiyle başlıyan birçok faydalı birikim ve girişimin yaşam bulmasını sağlamış olacaktır.
* 2010 kültürel etkinliğinin turizme yansıması samimiyetle arzu ediliyorsa KDV oranı önce 2008 yılında % 8 indirilmeli, 2009 yılında da bu kurum bütçesinde kullanılacak şekilde % 3 oranında konaklama vergisi yürürlüğe konulmalıdır.
* Böylesi bir kurumu büyük şehir belediyesi olan yerlerde mevcut kanunlardaki düzenleme imkanları kullanılarak, -örneğin kalkınma ajansı ve yerel hizmet birlikleri kanunlarındaki düzenlemelerden yararlanarak -yeni kanun dahi çıkarılmadan, faaliyete geçirme imkanı bulunmaktadır.
SULTANAHMET - EMİNÖNÜ MASALI (1999-2006)
Mehmet Ata TANSUĞ
İstanbul; kendisi başlı başına bir masal. Bulunduğu ülkenin özelliğinden olsa gerek, genellikle İstanbullu'lar kendi masallarını birbirlerine anlatırlar ki o da oldukça da ilginç bir masaldır. Şayet duyan olur, “mutlaka gideceğim” inadı ile bu şehre gelirse, bir de ona anlatılır kısaca!
Neden, yabancıya tamamı anlatılmaz?
Herhalde, tamamlanmadığından olsa gerek!.. “İstanbul turizmi’’de masalın doğal olarak “bir parçası”dır. “Turizm’’ bu güzeller güzeli ülkenin, sürekli belirsizliklerle dolu yaşam temposunun süslediği bir meşgale alanıdır... Zaman zaman durgunluğa girer, bir süre sonra, tekrar yola koyulur, “koştuğu” bile olur. Ülkenin, diğer konularında olduğu gibi, kimseler bu durma-kalkmalardan fazla rahatsız olmaz! Bilinir, bu "istikrarsızlıktır’’! Kökünün genellikle “dışarda olduğu” rivayet edilen bir “hal-i pür melâl”dir.
İşte, tamı tamına 1999 depreminden sonraki günlerden birinde, bu kerre, bir masa etrafına toplanan bir grup Sultanahmetli’ye denir ki; “Michel Porter denilen A.B.D.li pazarlama profesörünün, ol (!) rivayetidir, olaya ‘rekabet’ açısından bakılır, ele alınır, incelenirse, uygun çözümler bulunabilir, eksikler ve fazlalar daha iyi görülebilir...”
Bu masaya daha sonra da en çok oturanlardan bir kaçını sayarsak Nurdoğan Şengüler, Tugay Toydemir, Kasım Zoto, Kaan Koç...
Deprem ile uzayan sektörel tatil ortamında, bir yandan sorunlar tekrar tekrar tespit olunur, fakat biri çok öne çıkmaktadır sürekli, “tanıtımın yetersizliği”. Ama bir başka gerçek görmezden gelinmiştir hep ! O da “İstanbullu'lar"ın, ya da "bu şehirde yaşayanların" “onbeş milyon kişi” olduğudur. Bu nüfustaki yeni hemşehrilerimizle yollarımız, Boğaziçi’ni kateden köprülerimiz yapılalı beri ayrı düştüğünden; onlar da ne Sultanahmet Meydanı’nı ne de İstanbul'un tarihi coğrafyasının yer aldığı bu bölgeyi hatırlar; çocuklarına gençlerine tanıtmaz olmuşlardır. Böylece, sanki bu alanlar, bu coğrafya "yabancıların kültürel miras listesine ait”miş gibi düşünülür olmuştur.
“Tanıtım” hep “yabancı diyarlarda” yapılır. Oysa İstanbullu’lara ve bu ülkenin insanına tanıtım gerekmezmiş düşüncesine saplanmanın yanlışlığı da ortaya çıkmıştır işte! Bu konuda çabalar ve çabalamalar ile yaşanan altı yıl, bilinmeyen, o masalın anlatılmayan kısmıdır. Şimdi, anlatılmaya çalışılacak olan, masalın bu faslıdır...
Ol mekan (!) başlangıçta Sultanahmet’tir; Atmeydanı’yla, Ayasofyası, Mavi Camii, Akbıyık’ı, Ahırkapı’sıyla Sultanahmet. Yine, çok kolaymış gibi gelir, "Dünyaca tanındığını’’ zannettikleri bölgelerini, yanı başlarındaki İstanbullu’lara veya onların da içinde günlerini geçirdikleri İstanbullu’lara tanıtmak. Sultanahmet’liler, sonradan farkına varırlar ki her tatil günü, pet şişe suyunu kendi semtindeki bakkaldan alıp, Sultanahmet’e gelenler, ne tarihin ne de coğrafyanın ayırdındadır! Onlar çimenler ile ağaçların gölgesinden yararlanmaya gelmekte ve gitmektedirler..
Bir dönem sonra, daha iyi "tahkim” düşüncesi ile mevzilerini Eminönü’ne yayan, bu iyi niyetli Sultanahmet’liler, oralarda yaşayan, aynı dertleri paylaştıkları dostlar da edinmiş olurlar; Bizans’ı, Osmanlı’yı ve Cumhuriyet’i bir kere daha hazım ile hatmederler....
Kavidirler! Yollarına devam etmekdedirler...
Masal bu ya, Kibiroğlu adında bir belediye başkanları da vardır, hoşsohbettir, göreve geldiğinde "bana turizm lazım değil’’demişse de sonra, kendi imkanlarıyla Eminönü’nü “Londra Fuarı’na götüren başkanlar”dan biri olmuştur. Öte yandan bizim masalımızın kahramanları, bir evvelki yönetimden devraldığı “ramazan şenlikleri” ile seyyar esnaf konusunda “masal kahramanları” ile onunla bir türlü aynı açıdan dünyaya bakamamışlardır. Hakkını yememek gerekir, parke taşlı, oldukça nostaljik görünümlü, çöp konusu hiçbir zaman dert olmayan, ama aşırı iyilikseverliği sonucu, şehre gelen kimsesiz ailelerin mekanı bir Eminönü yaratmış ise de kendisinin de kabullendiği gibi “kimseye yaranamadığı”, seçim sonuçları ile anlaşılmıştır.
“Kibiroğlu Başkan dönemi”nin bir başka yarı-masalımsı, yarı-resmi “turizm platformu” kurulması olgusu vardır. Devrin Valisi Erol Çakır, biri Eminönü’nde, diğeri Beyoğlu’nda, Vilayet yönergesi ile kurulan ve işleyen, bu anlamda, (“her ne gerekirse, devletimiz tarafından düşünülür ve uygulanır” mantığına göre) ülkemizin geleneksel çizgisine uygun “sivil toplum örgütlenmesi’’ de bu konu için oluşturulmuştur...
Ama bu noktada biraz nefeslensek iyi olur, isim benzerliği ve işlev benzerliği olsa da birbirlerine fazla benzemeyen bu iki “platform” birbiri ile karıştırılmamalıdır.
Beyoğlu Platformu, kendisine sahip çıkan Kadir Başkan’ını, “büyük şehir başkanlığı”na taşırken, “Talimhane efsanesi”ni eğrisi doğrusuna denk, biraz da NATO desteği ile şehre maletmiş ve aniden; “Ol şehir” de “conventional’’olmakla, önemli bir hamle kazanmıştır. Diğer taraftan, kendilerine "Tarihi yarımadalıyız’’ adını veren masal kahramanlarımızın oldukça geride kaldıklarını anlamalarına da yardımcı olmuşlardır.
Bu arada, yarı resmi Eminönü -Sivil- Platformu’nun hakkı yenilmemelidir. Onlar da boş durmamış, otuz sayfalık bir rapor ile, "Hemşehrilik Maruzatı" ile alt yapı eksiklerini saptayıp, bunları çözüme kavuşturma yollarını aramışlardır, hatta, bu cümleden, birçok eksik de giderilmiştir.
Bu bir masal, zaman konusunda fazla özenli olmasak olur; önemli olan olayları ve kişileri unutmamaya çalışalım. Bütün özenimize rağmen, mutlaka hatamız olacaktır! Fakat biz hatadan çok, “unutmaktan” korkuyoruz, çünkü bu masal kahramanlarının, gerçekten hiçbir beklentisi olmayan bu kahramanların hakkını yemek bizi çok, hem de çok korkutuyor. Bizi peşinen affetsinler.
“C.A.T” yani "rekabetçiliğin getirilerinin önemsenmesi’’ üzerine kurulu davranmanın,
konunun ilgilililerinin “küme oluşturup, birlikte uğraş vermeleri”nin yararına dayanan çalışma şeklinin özelliklerini Dr. Melih Bulu ve arkadaşlarından öğrenen Sultanahmet’liler, o sıralar ülkede, belki de “ilkler” arasında yer alarak; Internet’i o günlerin şartlarında, kendi aralarında etkin bir iletişim aracı ve seslerini duyurma aleti olarak, gerçekten hayret verici şekilde verimli kullanabilmişlerdir. Günümüzde dahi o günlerle ilgili bilgilerin Internet ortamında izlenme adresi sultanahmetonline.org/ dur.
Yine o günlerin düşünce ürünlerinden olup, sonradan gerçek olan ve günümüze kadar yayını süregelen, "gerçekten’’ bağımsız, İstanbul yerel basın organı örneklerinden biri “Sultanahmet Postası’’; Ercüment Çalışlar, Ersin Kalkan, Edip Pınarlı, merhum Yusuf Uçak gibi “matbaa kokusu yutmuş”, amatör ruhlu gerçek profesyonellerin günümüzün "medya"ya dönüşmüş deyişiyle yazılı/resimlilerinin dışında, "gazetecilik’’ ruh ve heyecanın yaşadığı ender yayınlardan biridir!
Bu masalda (-anlatan için-affola) bu yayının da önemi büyüktür.
Vali yönergesi ile resmiyet kazanararak yoluna devam eden Eminönü Turizm Platformu’nda yirmiden fazla dernek ile bunların bu işlerin önemini çok iyi kavramış yönetcileri (LASİAD - Laleli esnaf ve iş adamlarını temsilen- Ayhan Karahan, Eminönü İmar ve Kültür Derneği-Naci Polat, Kaymakamlık derneği-Alihan Akkoç, SAGİD- Sultanahmet işadamları- Alp Kasay, Handan Aral, Kapalıçarşı Derneği - Ahmet Şengör, Mahmutpaşa Derneği - Zafer Demirel, Mısır Çarşısı Derneği - Çetin Palancı, Kumkapı Derneği, Ev Tekstili Sanayicileri Derneği, SİYAD - Sirkeci İş Adamları Derneği, TUROB adına Hüseyin Şahin- Mehmet Zelzele, TÜRSAB anılması gerekenlerdir) ile turizme gönül vermiş kaymakam Cezmi Türkgöçer, unutulmayacak katkıları olan Emniyet Müdürü Metin Aşık, Kültür Turizm İl Md. adına Çağlar Pehlivan’ın ahenkli çalışma düzeni konusundaki paylarının kaydı gereklidir. Madem ki bu kadar bürokrat ismi anılmakta, hiç şüphe yok bir isim de atlanmamalı, bütün bu maceranın Vilayet kalesindeki unutulmayacak temsilcisi/yöneticisi Cumhur Güven Taşbaş!
Eminönü Platformu’nda, Belediye ayağı topallamakta idiyse de kamu temsilcileri ile derneklerin çalışmaları sürmüştür. Bölgenin turizm problemlerini “platformu” veya “derneği” olmadan, Internet ortamında tartışanlar ile “yarı resmi” platformu olanlar, zaman içinde gayrı resmi bir işbölümü yapmışlardır. İlk grup, bölgenin tanıtım işlerini yapar olmuştur... Bu kanatta yer alanların Internet’i kullanma gibi basın ilişkileri kurma konusunda da tecrübeleri ve yetenekleri daha fazladır.
Bu konuda bir örnek vermek gerekirse Kasım Zoto ve Armada Otel ekibi, 1994 yılında faaliyete geçtikleri andan itibaren, sürekli olarak otellerine “İstanbullu’ları” getirme uğraşı içindedirler. 2000’lere gelindiğinde, bu çabayı “CAT Sultanahmet’’ ile birlikte sürdürmeye başlamışlardı. Kasım Zoto ve ekibi, o ana kadar; tango akşamları, fasıl geceleri, Cumhuriyet Bayramı Baloları düzenlemiş, otellerinin terasındaki alakart lokantaya “İstanbullu’ların” ayağını alıştırmışlardı. Böylece Sultanahmet, yabancı turistlerin uğrağı olmanın ötesinde, yerlilerin de geldiği bir semt olmaya başlamıştı. Bu konuda ikinci adım, bölgenin “eğlenceli bir yer” kimliği kazanması için de birşeyler yapılması idi.
Yapılan tartışmalarda, sürekli “festival” kavramından sözediliyordu, ama “açılış töreni”, “bölgeye yararı dokunanlara şilt verilmesi” gibi uygulamalardan uzak, gerçek bir festival modeli oluşturma konusunda bir çözüm bulununamazken imdada “Hıdır- İlyas yetişir!’’. Hem eğlenilecek, hem yenilip içilecek hem de unutulmaya doğru giden bir geleneğin ruhuna uygun yaşatılması sağlanmış olacaktır ve olmuştur da: “Ahırkapı’da Hıdrellez Şenlikleri”...
Sonradan kültürel ve doğal mirası en iyi koruyan" kurum, kuruluş ve etkinliklere verilen TUREB ödülleri komitesi tarafından "En iyi Otantik Yerel Etkinlik Ödülü Adayları" ile 21 Şubat 2006 akşamı (aynı zamanda "Dünya Rehberler Günü"), onurlandırılan Hıdrellez projesi sayesinde, Ahırkapı, Sultanahmet, altı yılda tartışmasız “Hıdrellezin adresi” de oldu.
İlk yıllarında yoğun basın kampanyaları ile gelen beş, altı binler, daha sonra basın haber ambargolarına rağmen otuzbeş, kırk binlere ulaştı. İnternet’te http://www.hidrellez.org/ adresine gidildiğinde görüleceği üzere, senede bir gün en azından otuz bin İstanbullu’nun katıldığı ve onlardan üç-dört mislinin “katılamadığı için hayıflandığı” bir festival oluşturulmuştur. Bunun gerçekleşmesinde Kasım Zoto (Armada Otel), Süleyman Çetinsaya (Citadel otel) Yılmaz-Timuçin Tecmen (Kalyon otel), Mehmet Tezçakın (Sultanahmet köftecisi), Müberra Eresin (Eresin Crown Otel), Abdullah Demir (Antik Otel), Faruk Çolpan (Blue House), Taner Yallagöz (Yaşmak Otel), Faruk Boyacı (Erboy Otel) Demir Kunter (Şölen Piliç)'in ısrarlı katkı ve katılımları unutulamaz. Sultanahmet veya Eminönü doğal olarak "tarih" iken artık yavaş yavaş da “Hıdrellez’’dir.
“Hıdrellez 2006”, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İ.B.B.Turizm Atölyesi, Eminönü Kaymakamlığı, Eminönü Belediyesi, Emniyet Müdürlüğü gibi resmi sektör temsilcileri; Şadırvan-Cankurtaran mahallesinin, Balkanların,Trakya’nın Roman orkestaları ve kırka yakın Eminönü'lü kuruluşun birlikte kotardıkları bir şenlik olmuştu. Bu şenlik, “tarih’’ ve “Ramazan”ın ötesinde, İstanbullu’ya bir kere daha “Eminönü ve Sultanahmet”i hatırlatıyordu.
Tanıtım konusunda bir diğer önemli çaba ‘’Eminönü Yürüyüş Güzergahları’’ projesinin geliştirilmesi ve gün yüzüne çıkarılmasıydı. Timuçin Tecmen, Hamra Babüroğlu, Kasım Zoto, Emine-Halim Yalçın, Burhan Şehit, Eminönü Bld. Bşk Nevzat Er, Bşk Yrd Mahir Katırcı ve İletişim Sorumlusu Fatih Sadırlı ile seksen bin adet Türkçe baskısının gerçekleşmesi konusunda bölge otelcilerinin maddi katkıları kutlanmaya değer...
Otelcilerin, bu konuda hareketlenmesini sağlayan, o zamanlar aralarında bir ortaklık da olan Faruk Boyacı ve Taner Yallagöz’ü burada da anmak doğru olur. Daha sonra “Turkcell’’ destegiyle yüz bin adet İngilizce baskısı yapılarak dağıtılan bu açıklamalı kroki esaslı haritalar ve onlara uygun düzenlenmiş sokak tabelaları yardımıyla Tarihi yarımadanın Eminönü bölgesi rahatça algılanır olmuştu...
Bu arada iki konu var ki onaları kısaca anmadan geçmek masala haksızlık olur.
Birincisi Akbıyık Caddesi’ne, Eminönü Belediyesi’nin iki dönem yöneticilerinin reva gördükleridir ki bunların gerçekten “haksızlıklar ile dolu” olduğu söylenebilir. Bu cadde, belki de altmış yıla yakın, genç yabancıların “ilk uğrak yeri” olmuştur. “Biz içki içmeyiz ama içene de karışmayız’’ diyen zihniyet, nedendir bilinmez sadece yabancıların içki aldığı bu yöreye “barlar sokağı’’ demekte bir sakınca görmemiş, okul olmayan ender İstanbul caddelerinden biri olmasına rağmen, “okula -yasada belirtilen- yeterli uzaklığı olmadığı” gerekçesi ile “okulların açık olduğu günlerde yabancılara içki verilmesi” nedeniyle bölge esnafı aylarca faaliyetten men cezasına maruz kalmıştır. Gelen yabancıların kapısı mühürlü dükkanlara bir anlam verememesinin açıklanmasının zorluğunu, o günlerde, Hüseyin Hacıosmanoğlu , Ekrem Usta ve Ercüment Çalışlar, yetkililere anlatmaya çalışmışlardı. Bu noktada, zamanın Turizm Bakanı merhum Mustafa Taşar’ı hayırla ya’detmek gerekir.
Daha sonra dönem değişmiş, Beyoğlu’nun başarılı platformunun yöneticisi Tülin Ersöz, “İ.İ.B Turizm Atölyesi”ni kurmuş ve yarı resmi Eminönü Platformu Genel Sekreteri Gül Küçükserim ,Tugay Toydemir’in gayretleri ile caddenin zemin ve çevre islahının gerçekleşmesi sağlamışlardır. Oysa, “Ol masal”da adı geçenlerin tümünün ısrarlı gayretlerine rağmen, Ramazan ayında tarihi Sultanahmet Meydanı bir "panayır yeri’’ olmaktan kurtulamamışsa da birgün o dahi gerçekleşir, İNŞALLAH? Bu da ikinci konudur.
Masal bu ya şimdi bu metnin “Onlar ermiş muradına...’’ sözcükleri ile biteceği sanılır...
Olur mu hiç! Bitmiyor tabii.
Bu bir İstanbul masalı. Bu bir Eminönü masalı. Bu bir Sultanahmet masalı...
"Yiğitler" (!), yollarına devam etmekte, yeni kişiler kervana dahil olurken, bazıları, doğaldır yorgunluklarını başka konulara yönelerek gidermeye çalışmaktadır...
Masalı; masallıya masallıya, masallıyalım...
SUNUMLARDA "BLOG"
Sunum hazırlarken "Power Point" kullanmaktan bıkıp usandınız mı benim gibi?
"Blog" kullanın. Hoş zaten belki de çoktan kullanmaya başlanmıştır da ben yeni hatırladım!
Tabii ki çok hızlı Internet bağlantısı ve düzgün, büyük ekran çok önemli sunumun başarısı için...
Dokunmatik ya da uzaktan kumandalı beyaz perde de icat oldu mu acaba?
A.T.
"Blog" kullanın. Hoş zaten belki de çoktan kullanmaya başlanmıştır da ben yeni hatırladım!
Tabii ki çok hızlı Internet bağlantısı ve düzgün, büyük ekran çok önemli sunumun başarısı için...
Dokunmatik ya da uzaktan kumandalı beyaz perde de icat oldu mu acaba?
A.T.
1 Mar 2007
2 Şub 2007
İNSAN ELİYLE KÜRESEL ISINMAYA YOL AÇMANIN DELİLLERİ...
Evidence of Human-Caused Global Warming Unequivocal
Hala "delil" aramanın mantığını da bir anlasak...
Hala "delil" aramanın mantığını da bir anlasak...
25 Oca 2007
"FİLLERİ KUYRUĞUNDAN ÇEKEREK TEPELERİ AŞIRTMAKTI GÖREVİM"
Veda
Çok ileri bir tarihte
Çok yaşlı olarak
Sessizce ayrılmalıyım
Kimseye pek gözükmeden
Ve kimseyi rahatsız etmeden.
Masamın üzerinde
Dünden kalan işler
Tamamlanmamış yazılar
Okunmayı bekleyen kitaplar
Ve anılar ve umutlar.
Filleri kuyruğundan çekerek
Tepeleri aşırtmaktı görevim
Günler bitti filler tükenmedi
Ben elimden geleni yaptım
Gerisini siz tamamlayın.
Boşa geçmedi hayatım
Daha fazlası olabilirdi ama
"Buna da şükür" demeliyim
İşte sevgili dostlar
Ben böyle veda etmeliyim...
İsmail CEM
Hepsi bir yana, onun yönetimindeki TRTyi unutmak mümkün mü?
Dün Dink, bugün Cem...
Çok ileri bir tarihte
Çok yaşlı olarak
Sessizce ayrılmalıyım
Kimseye pek gözükmeden
Ve kimseyi rahatsız etmeden.
Masamın üzerinde
Dünden kalan işler
Tamamlanmamış yazılar
Okunmayı bekleyen kitaplar
Ve anılar ve umutlar.
Filleri kuyruğundan çekerek
Tepeleri aşırtmaktı görevim
Günler bitti filler tükenmedi
Ben elimden geleni yaptım
Gerisini siz tamamlayın.
Boşa geçmedi hayatım
Daha fazlası olabilirdi ama
"Buna da şükür" demeliyim
İşte sevgili dostlar
Ben böyle veda etmeliyim...
İsmail CEM
Hepsi bir yana, onun yönetimindeki TRTyi unutmak mümkün mü?
Dün Dink, bugün Cem...
9 Oca 2007
ELLERİNE SAĞLIK...
İki çizer dostun ellerine sağlık bir kez daha!
Birisi son haftalarda Istanbul sokaklarında gördüğümüz ay-yıldızlı, "kurban"lı o garip reklam üzerine Ercan Akyol'un çizdiği:
Diğeri de Behiç Ak'ın dünkü Cumhuriyet'te çıkan ve televizyonlarda çocukları kullanan reklamları eleştiren karikatürü:
Birisi son haftalarda Istanbul sokaklarında gördüğümüz ay-yıldızlı, "kurban"lı o garip reklam üzerine Ercan Akyol'un çizdiği:
Diğeri de Behiç Ak'ın dünkü Cumhuriyet'te çıkan ve televizyonlarda çocukları kullanan reklamları eleştiren karikatürü:
29 Ara 2006
18 Ara 2006
TIME 2006 YILIN İNSANI: "SİZ"
TIME Dergisi 2006 yılı için Yılın İnsanı "SİZ"siniz diyor... Ama bilgi çağına dönüşümde payınız varsa! Hele vatandaş içerikli web yayınlarından biri ya da birkaçı (blog'lar, resim ve video ağları) ile web'de varolduysanız TIME için yılın kişisi sizsiniz...
Lev Grossman'ın kaleminden sunulan seçime göre her ne kadar "herkes yılın kişisi" ise de bir 15 kişi var ki, onlar "daha çok yılın kişisi"! Çoğu genç doğal olarak... Wikipedia'ya 3000den fazla madde yazan "Verilerin Dükü" Simon Pulsifer, FireFox'un yaratıcısı... Ama aralarında OhMyNews.Com yazarı Koreli ev hanımı, Amazon'a 12 bin küsur kitap eleştirisi yollayan Gürcistanlı kütüphanecilik uzmanı Harriet Klausner gibi "50'nin üzerinde" olanlar da var. Keza YouTube ve onun Fransız versiyonu WAT.tv and Dailymotion.com'da videoları rekor kıran rap meraklısı Kamini...
Resme tıklanırsa... hepsi orada!
27 Kas 2006
31 Eki 2006
Mehmet Sucu'dan "d" kuşağı
13 Eki 2006
2 Eki 2006
ÇOK ÖNEMLİ BİR KANUN HAKKINDA...
-AB Uyum yasaları çerçevesinde- şu anda "Tohumculuk Kanunu" görüşülmekte...
Bugünkü Cumhuriyet'te Minibaş'ın yazısı...
Bugünkü Cumhuriyet'te Minibaş'ın yazısı...
"Tohumculuk Kanunu" hakkında Ağaçlar Net'de görüşler...
"Uslu olun, doğru durun" derdi büyüklerimiz...
Ne kadar zormuş, "us"lu olup "doğru" durmak...
3 Eyl 2006
"DUYULMUYOR" SANIYORSANIZ...
Bambaşka şeyler ararken karşıma çıkınca buraya almadan edemedim:
Malcolm Moore in Antalya — Pinocchio, Tom Sawyer and other characters have been converted to Islam in new versions of 100 classic stories on the Turkish school curriculum. — "Give me some bread, for Allah's sake," Pinocchio says to Geppetto …
Antalya'dan Malcolm Moore'un gönderdiği Pinokyo, Heidi ve Huckleberry Finn konusunu önce "Telegraph" haber yapmış... Sonra "MemeOrandum"; ("Political Web") bunu web'e taşımış.
Sonuncuda bu haberle ilgili olarak (ve son ikisi iki hukuk profesörü tarafından) yazılan yorumları görmek lazım...
Bridget / GOP Vixen: PINOCCHIO CONVERTS TO ISLAM
Peter Burnet / BrothersJudd Blog: THEIR SECRET WEAPON — Pinocchio and friends converted to Islam …
Alexandra von Maltzan / All Things Beautiful: Bashing Israel Sells
Ann Althouse / Althouse: Making Pinocchio, Huckleberry Finn, and Heidi into Muslims
Dr. Sanity: ALL THINGS APPEAR TO BE POSSIBLE FOR ALLAH
-Ben rastladığımda sayısı 5 olan- yorumların yer aldığı sayfa: http://www.memeorandum.com/060831/p22#a060831p22
Malcolm Moore in Antalya — Pinocchio, Tom Sawyer and other characters have been converted to Islam in new versions of 100 classic stories on the Turkish school curriculum. — "Give me some bread, for Allah's sake," Pinocchio says to Geppetto …
Antalya'dan Malcolm Moore'un gönderdiği Pinokyo, Heidi ve Huckleberry Finn konusunu önce "Telegraph" haber yapmış... Sonra "MemeOrandum"; ("Political Web") bunu web'e taşımış.
Sonuncuda bu haberle ilgili olarak (ve son ikisi iki hukuk profesörü tarafından) yazılan yorumları görmek lazım...
Bridget / GOP Vixen: PINOCCHIO CONVERTS TO ISLAM
Peter Burnet / BrothersJudd Blog: THEIR SECRET WEAPON — Pinocchio and friends converted to Islam …
Alexandra von Maltzan / All Things Beautiful: Bashing Israel Sells
Ann Althouse / Althouse: Making Pinocchio, Huckleberry Finn, and Heidi into Muslims
Dr. Sanity: ALL THINGS APPEAR TO BE POSSIBLE FOR ALLAH
-Ben rastladığımda sayısı 5 olan- yorumların yer aldığı sayfa: http://www.memeorandum.com/060831/p22#a060831p22
31 Ağu 2006
"ENFEKTE" BİR İLETİŞİM ÖRNEĞİ: "ENFEKSİYON KAPMAK"
Televizyonda "üzücü" sabah haberleri... "Anjiyo" sırasında "enfeksiyon kaptığından" dolayı ölen hastaların haberi yayında. Yazılı basında da aynı deyim: "...anjiyo olurken enfeksiyon kaptıkları belirtilen"... Daha "ciddi" bir tanesinde: "...Hastanesi'ne sevk edilen hastaların anjiyoda enfeksiyon kaptıkları belirlendi"... Oysa aynı haber metninde olay konu ile ilgili doktorun ağzından nakledilirken doktor "hastanede bir enfeksiyon olduğu iddiası" deyimini kullanmış. Nasılsa bu bozulmadan verilmiş.
"Ajans haberi" diye kimse bakmıyor herhalde içeriğe... Heyhat!
"Ajans haberi" diye kimse bakmıyor herhalde içeriğe... Heyhat!
30 Ağu 2006
BİR 30 AĞUSTOS SABAHI SOHBETİ: HARİTA OKUR-YAZARLIĞI
Bu sabah MAT ile İstanbul ve haritalar üzerine konuşurken laf "harita okur-yazarlığı"na geliverdi. "Bilgi-okuryazarlığı" döneminde harita okur-yazarlığını iyi bilenlerin çocuklarının şimdi "Google-Earth"leri mörtleri yaptığına değindik. Sordum:
-İyi de bizim gibi binlerce yıllık kültürün mirasçıları, "250 yıllık kültürlüler"in anladığı bu basit dile niye ilgi göstermemişler acaba?
MAT'ın yanıtı:
-Biz kıble ve keşişlemeye takılıp kaldık da ondan herhalde!
-İyi de bizim gibi binlerce yıllık kültürün mirasçıları, "250 yıllık kültürlüler"in anladığı bu basit dile niye ilgi göstermemişler acaba?
MAT'ın yanıtı:
-Biz kıble ve keşişlemeye takılıp kaldık da ondan herhalde!
7 Ağu 2006
5 Ağu 2006
28 Tem 2006
"GELEN POSTA"DAKİ BASKICI MESAJLARDAN BİR TANESİ DAHA OLMAK YA DA OLMAMAK...
Bugünlerde hemen bütün dünyada e-posta kullanıcılarının birbirlerine iletegeldiği mesajlardan biri de Beyrutlu sanatçı Zena el-Khalid'in Lübnan'daki duruma dair yazdığı mektup... Ne var ki artık Zena ikinciyi seçtiğini söylüyor... Öyküsü şurada.
21 Tem 2006
NeoWORX - Quality tools for your web site and blog
NeoWORX - Quality tools for your web site and blog
"Very cool" tools indeed!
"Very cool" tools indeed!
13 Tem 2006
9 Tem 2006
BOYABAT'A BİR EL ATSAK...
Boyabat Endüstri Meslek Lisesi'nden gelen bir mesaj var:
Merhaba
Daha önce sizden; yapmış olduğumuz kütüphane için "Lütfen Bir Kitap" diyerek sizdenkitap istemiştim. Ülkemin duyarlı insanı sayesinde bir ayda 18000 kitap topladık ve kendikütüphanemizin ihtiyaçlarını karşıladık (yardım edenlerin listesi ve kütüphanemizinresimleri www.boyabateml.com adresimizdeki kampanya ile ilgili bölümde yayınlanmıştır)bununla da kalmadık şimdi köy okullarına kitaplık yapıyoruz. Bu nedenle size Ülkeminduyarlı insanına çok teşekkür ederim. Şimdi "yeter duralım" demek vakti değil çalışmayadevam önce kendi okulumuza sonra başka okullara olmak üzere bilgisayar laboratuarlarıkurmak istiyoruz ancak sizlerin bir bilgisayar alması mümkün olmayacağı için sadece birparçasını sizden isteyeceğiz. Eğer kitap gönderemediysen bir bilgisayar parçası gönderinlaboratuarımızda katkınız olsun. Biz her şeyi devletimizden bekleyerek çalışan bireyler değiliz. Ülkemin insanıyla birlikte de okulumuzun ihtiyaçlarını karşılayabiliriz. "Haydi Eğitime Bir Işıkta Siz Yakın"!
Her gönderenin ismi ve gönderdiği malzemeyi web sayfamızda yayınlayacağız.
İhtiyacımız olan Malzeme Listesi (20 Bilgisayarlık):
Parça Adı Özelliği / Açıklama İhtiyaç Miktarı
Ekran 17" LCD -20
Ana kart 775 Intel serisi 20
İşlemci P4 2, 66 veya üstü 20
Bellek 512 DDR bellek.. 20
Sabit Bellek 80 GB Hard disk 20
CD sürücü Combo veya DVDRW 20
Kasa 400W Airduct 20
Klavye F klavye PS/2 20
Mouse Optik Mouse 20
Hoparlör Düşük watlı USB 20
Disket Sürücü 20
Metin ÇALMAZ
Boyabat Endüstri Meslek Lisesi Müdürü
57200 Boyabat/Sinop
mcalmaz@hotmail.com
Tel:03683155645 (Santral) Tel:03683152518 (Direk Hat)
(Not: Lütfen tüm tanıdıklarınıza gönderiniz belki bir yardımseverin eline geçer)
Merhaba
Daha önce sizden; yapmış olduğumuz kütüphane için "Lütfen Bir Kitap" diyerek sizdenkitap istemiştim. Ülkemin duyarlı insanı sayesinde bir ayda 18000 kitap topladık ve kendikütüphanemizin ihtiyaçlarını karşıladık (yardım edenlerin listesi ve kütüphanemizinresimleri www.boyabateml.com adresimizdeki kampanya ile ilgili bölümde yayınlanmıştır)bununla da kalmadık şimdi köy okullarına kitaplık yapıyoruz. Bu nedenle size Ülkeminduyarlı insanına çok teşekkür ederim. Şimdi "yeter duralım" demek vakti değil çalışmayadevam önce kendi okulumuza sonra başka okullara olmak üzere bilgisayar laboratuarlarıkurmak istiyoruz ancak sizlerin bir bilgisayar alması mümkün olmayacağı için sadece birparçasını sizden isteyeceğiz. Eğer kitap gönderemediysen bir bilgisayar parçası gönderinlaboratuarımızda katkınız olsun. Biz her şeyi devletimizden bekleyerek çalışan bireyler değiliz. Ülkemin insanıyla birlikte de okulumuzun ihtiyaçlarını karşılayabiliriz. "Haydi Eğitime Bir Işıkta Siz Yakın"!
Her gönderenin ismi ve gönderdiği malzemeyi web sayfamızda yayınlayacağız.
İhtiyacımız olan Malzeme Listesi (20 Bilgisayarlık):
Parça Adı Özelliği / Açıklama İhtiyaç Miktarı
Ekran 17" LCD -20
Ana kart 775 Intel serisi 20
İşlemci P4 2, 66 veya üstü 20
Bellek 512 DDR bellek.. 20
Sabit Bellek 80 GB Hard disk 20
CD sürücü Combo veya DVDRW 20
Kasa 400W Airduct 20
Klavye F klavye PS/2 20
Mouse Optik Mouse 20
Hoparlör Düşük watlı USB 20
Disket Sürücü 20
Metin ÇALMAZ
Boyabat Endüstri Meslek Lisesi Müdürü
57200 Boyabat/Sinop
mcalmaz@hotmail.com
Tel:03683155645 (Santral) Tel:03683152518 (Direk Hat)
(Not: Lütfen tüm tanıdıklarınıza gönderiniz belki bir yardımseverin eline geçer)
11 Haz 2006
PEMBE DOMATES TÜRKİYE'DE ELBETTE YETİŞİYOR...
Bugün çok kişi telefon ve e-posta yoluyla bize Türkiye'de pembe domatesin yetiştiği yerlerin adresini verdi.
Bunun nedeni ve açıklaması şurada :
TÜRKİYE'DE YETİŞMEZ OLUR MU! (MİLLİYET HABERİNE İLİŞİKİN AÇIKLAMA)
Şu da Yaprak Aras'ın başarıyla kısalttığı söyleşinin ilk hali:
Bunun nedeni ve açıklaması şurada :
TÜRKİYE'DE YETİŞMEZ OLUR MU! (MİLLİYET HABERİNE İLİŞİKİN AÇIKLAMA)
Şu da Yaprak Aras'ın başarıyla kısalttığı söyleşinin ilk hali:
- Y.A.- Domateslere, özellikle de “pembe domateslere” olan ilginiz nereden geliyor?
- A.T. - Seviyorum domatesi. Küçüklüğümden beri. Kim sevmez ki? Ama bizim çocukluğumuzun domatesleri kocaman, kıpkırmızı, yumuşak, mis kokulu, lezzetli nesnelerdi. Çekirdekleri ışıl ışıl parıldayan, tutmaya çalıştığınızda elinizden kaçan... Domates sanatçıların da çok ilgisini çekmiş. Yakın geçmişte Milliyet kültür sayfalarına yazdığım haftalık “Web’de Kültür Sanat”ların birini domatese ayırmıştım. Neruda’nın “Domatese Güzelleme”sinin, Picasso’nun “Saksıda Domates”inin, “Katil Domatesler” dizi projesinin v.s. web adreslerini vererek... Domatesin hukuk tarihinde de önemli bir yeri var. “Sebze mi meyva mı” tartışması ile 1893’de ABD’de dava konusu olmuş. “Sebzelik statüsü” mahkeme kararıyla saptanan ilk bitki domates. O yıllarda yürürlükte olan Gümrük kanununun “meyva”ya tanıdığı vergi indiriminden yararlanmak isteyen bir tüccarın açtığı bu davada bilinen tüm sözlükler ortaya dökülmüş. Bilirkişiler botanik olarak domatesin “berry” familyasından bir “meyva” olduğunu kanıtlamak için çırpınmışlar ama yargıç Gray, “meyva olsaydı, yemekten sonra yenirdi” diyerek teknik ve botanik tanımlara değil, hayattaki duruma ve Gümrük kanunundaki tanıma öncelik tanımış!
Pembe domatesi ben ilk kez Internet’te, “Kaybolan Tadlar” grubundaki yazışmalarda duymuştum. Geçen yıl, arkadaşım Sevinç Baliç iki kere bize onlardan getirdi. İlkini Çanakkale’de bir tarladan, ikincisini Çerkesköy’de kayınvalidesinin kendi eliyle yetiştirdiği bahçeden... Geldiklerinde yeşildiler. Güneşte üç-beş gün bekleyince toz pembe oldular. Harika lezzetleri vardı. Zaten az bulunmasının asıl nedeni de bu. Çarşıya pazara gidemeyecek kadar narin, ince kabuklu, sulu şeyler olduklarından, bunları yetiştirenler kendileri tüketirmiş. - Y.A.-Apartmanda pembe domates yetiştirme maceranız nasıl başladı?
A.T.- Sevinç kayınvalidesinin bu domateslerin çekirdeklerini kurutup sonra tekrar dikerek yetiştirdiğini söylemişti. Ben de her iki grup domatesten bir miktar çekirdek ayırıp, kuruttum, buzluğa attım. Birine veririz belki diye. Sonra da unuttum onları. Derken bir başka dostum, ekolojik turizm alanında çalışmak için İstanbul’u terkedip Göcek’e yerleşen Münevver Eminoğlu, Çanakkale’de kurulan bir organik tarım çiftliği projesi için de çalıştığı haberini verdi. Nisan başıydı. “Aman” dedim, “bende şu az bulunan pembe domateslerin çekirdeklerinden var, onu da size vereyim, ekin çoğalsın”! Münevver, “Bizde birkaç çeşidi var zaten, sen onu kendin eksene, şimdi tam zamanı” dedi. “Nasıl olur, İstanbul’da, egzos yoğun bir caddeye bakan apartmanda, hem de pembe domates, nasıl yetişir?” Münevver “bal gibi olur” diyerek bana organik ev bahçıvanlığının ilk ipuçlarını öğretti ve kolları sıvadım. Pek umutlu değildim ama ilk fideler çıkmaya başlayınca bir heyecan sardı beni de Mehmet Tansuğ’u da. Sabah akşam onlarla ilgilendik. Teknoloji geliştirmeye çalıştık. Organik topraktı, kaptı, kacaktı, ön balkondu, arka balkondu derken hayatımızı kapladı pembe domatesler... - Y.A. Bu serüveni bir kütük aracılığıyla belgelemeniz ve seyri anlatmaktaki amacınız nedir?
A.T. Benim mesleğim hukuk ve iletişim. Bilgi teknolojileri hukuku alanında uzmanlaşmaya çalışıyorum. İki yıldan beri de Glasgow’da bir üniversitenin bu alandaki “online master” programında öğrenciyim. Bir taraftan da hem bu alandaki iki sivil toplum örgütü hem de ÇEKÜL Vakfı için çalışıyorum. Keza Tarihi Yarımada için Eminönü Platformu’na katkıda bulunuyorum. Dert ettiğim iki temel konu var hayatta. Biri bu ülkenin doğal ve kültürel mirasının doğru korunması. (Eski bir Milliyet’li olarak, bu konudaki ilk çalışmamın 1982-84 yıllarındaki “UNESCO-Milliyet Kültür Mirasımızı Koruma Kampanyası” olduğunu da bu arada belirteyim.) Bunun içine elle tutulan ve tutulmayan tüm ögeler giriyor. Pembe domates dahil!
İkinci derdim de Türkiye’de bilgiyi “tüketen” değil, “üreten toplum”a geçişin hızlandırılması, bunun hukukunun doğru yaratılması. Bilgi okur-yazarlığının artması. İşte bütün bu anlattıklarımı genellikle Internet üzerinden yapıyorum. “Web-kütüğü” (weblog) bu konuda 2000’li yıllardan beri kullanageldiğim bir teknik. Nitekim tansug.com sitesinde tuttuğum web-kütüklerinin bir dökümü bulunmakta. Bu balkonda domates işine başladığımızda Mehmet ile beraber yaptığımız tüm çalışmaları aynı zamanda görüntülüyorduk. Sonra aklımıza bir web-kütüğü de pembe domates için açmak geldi işte... Bilgi ve deneyleri paylaşmak, hatta bu eylemi bir ağa dönüştürmek için bundan elverişli başka bir yöntem yoktu. http://pembedomates.blogspot.com/ adresindeki kütük şimdi bu işle ilgili herkesin uğrak yeri oldu. - Y.A.- Pembe domates fideleri şimdiye kadar kaç kişiye, nerelere ulaştı?
A.T. - İki-üç domatesten yüze yakın fide çıktı. Şaka gibi değil mi? Fideler büyümeye başlayınca eşe dosta vermeye başladık. Evde barınmalarına olanak yoktu. Ayrıca kalkıştığımız işi duyan herkes aynı heyecana kapılıyor, onlar da evlerinde bu serüveni yaşamak istiyorlardı. İlk 15- 20 kadarını bahçeli bir evde oturan yeğenim Zeynep Uygun’a verdik. 2 fide Betül ve Metin Sözen’in bahçesine gitti. Bir miktar fide Prof. Dr. Sedat Tavşanoğlu eliyle Silivri’de bir tarlaya götürüldü. Bizim oturduğumuz apartmanda, komşumuz Pembe Candaner’in balkonunda saksılar var. Pembe Hanım’ın bir arkadaşı Bodrum’a götürmek üzere bir fide aldı. Diğer dostlarla birlikte İstanbul içinde çeşitli semtlerde şu anda 20 dolayında evde pembe domates yetiştiğini söyleyebiliriz. 2 fideyi komşularımızdan Elif ve Tamer Arıkan çifti, İznik’te “damla sulamalı” bir bahçeye diktiler. 30-40 kadarı, Metin Varol’un Tekirdağ yakınlarındaki tarlasına ekildiler. Bir o kadarı da -yine eski Milliyetli’lerden- Hümeyra Özalp ve heykeltraş Rasim Konyar tarafından “evlat edinildiler” ve onların Şile’deki çiftlik evinin bahçesindeler şimdi. - Y.A.- “Baba evinden” ayrılan pembe domateslerin gelişimini takip ediyor musunuz, nasıl takip ediyorsunuz?
A.T- Etmez olur muyum! Öncelikle elektronik ortamda “sıkı iletişim” yoluyla takip ediyorum. Fideleri alanlar, gelişmeleri dijital fotoğraflarla görüntüleyip web-kütüğüne konulmak üzere bana gönderiyorlar. Web sitesi dışında bir de e-haberleşme grubu kuruldu. Yakınlarda olanlara da arada uğrayıp bakıyoruz. Pembe domates serüveni on yıldır aynı çatı altında yaşadığımız halde beceremediğimiz “komşuluk” ilişkilerimizi de canlandırdı. Mesela Pembe Hanım ile sıkça buluşup konuşur olduk. “Şehir efsaneleri” gibi “pembe domates efsaneleri” üremeye başladığını gördük bu arada. Örneğin Pembe Hanım’ın Bodrum’a götürülmek üzere arkadaşı için aldığı fidenin hikayesi tam bir alem! Fide önce bir akşam yemeğine katılmış. Yemek boyunca, adeta herkesin yanağından makas aldığı bir bebek gibi, masanın ortasında durup, garsonların hayretli bakışlarına maruz kalmış. Sonra geceyi geçireceği Swissotel’e gitmiş. Sahibinin, sabah uçağa yetişme telaşesi yüzünden odada unutulmuş. Durum Bodrum’da farkedilince, Pembe Hanım telefonla haberdar edilmiş. Sonra derhal Swissotel aranmış ve kat hizmetlileri fideyi bulmuşlar. Fide için “nadide bir bitki fidesi” diye kayıt tutulmuş. “Nadide bitki fidesi” tutanakla sahibine teslim edilene kadar özel bir seranın “özel bakım” bölümüne alınmış. Dün fide bizim apartmana geri geldi. Bu sabah daha fazla açıkta kalmasın diye saksıya diktik. Koruyucu kılıfını geçirdik üstüne. Yarın Bodrum yolcusu bu şehir turu atan fide yine... - Y.A.- Bir bakıma “pembe domates topluluğu” oluşturdunuz diyebilir miyiz?
A.T. Evet, diyebiliriz. Sayıca az ama doğaya saygılı ve “kararlı” üyelerden oluştuğu için nitelikli bir topluluk o. Bunun için çok mutluyuz. Bakın topluluk üyeleri neler diyorlar bu konuda:
"Pembe domatesler ile birlikte büyüyecek bu zincir, bizi pek çok nedenle heyecanlandırıyor. Domatesler sayesinde Turkiye'den dünyanın hangi köşesine ne kadar farklı sesler taşınacak kimbilir... Türkiye'nin ve aydın Türk insanının tanıtımına ne renkli bir katkı! Bunun da ötesinde, gittikçe kararan bu ülkede, pembe bir şemsiyenin altında, toprakla gelişen bir gücün
parçası olduğunu bilmek insana umut veriyor... Hümeyra ve Rasim KONYAR”
“Umarım bu ‘pembe domates hareketi’ her geçen yıl yeni katılımcılar ile büyür ve İstanbul gibi
büyük kentlerde yaşayan bizler bu lezzeti hayatımızın bir parçası haline
getiririz. Cemile USTA”
“Apartmanda böylesine bir serüvene girişmek, bana çok uzun yıllar önce, Amerika’da aldığım bir yöneticilik dersini hatırlattı. Yöneticilerin sabırlı olmayı öğrenmeleri ve yol boyunca karşılaştıkları problemleri sabırla çözebilmeyi öğrenmeleri için verilen bu dersi almak da mecburiydi. Bütün bir sömestre boyunca bu derste öğretilenler, bazılarına dışardan bakıldığında çok basit gözükse bile çok zor bir dersti. Bu ders, çeşitli tohumları elde edip, onları ekip, büyümelerini gözlemlemek ve onları yazıya dökmekten ibaretti. Bir çeşit
doğanın bize verdiği çok önemli dersi bize hatırlatmaktan başka birşey değildi. Orada bize öğretilen aslında çok önemli ve basit bir gerçekti: Herşey emek ve sabır ister. Bir şeyi yaşatmak, büyütmek ve ondan meyva alabilmek için, doğumundan itibaren özen ve emek göstermek gerekir. Emek verilmeyen tohumlardan çıkan bitkilerle; emek verilmiş
tohumdan çıkan fidenin farkı çok büyüktür. Bir günde değil ‘pembe domates’ hiçbir şey
yetiştiremezsiniz. Ancak nereden geldiği belli olmayanları bakkaldan satın
alabilirsiniz. Pembe CANDANER (Sabah, “İşte İnsan” köşesinden)"
“Bu arada biz Göcekte haşere mücadelesini arap sabunu-kabartma tozu karışımıyla yaptık. Sonuç şahane değil, tekrar tekrar uygulamak gerekiyor; bu arada bir
arkadaşımdan ‘arap sabunu-tuvalet ispirtosu’ karisimi tarifini
duydum ama henüz denemedim. İşte organik tarım bunun icin çok zahmetli, bunun
için ‘mass production’ konusu degil. Azim, sabır, emek.. Sana ve fideleri evlat
edinen bütün annelere çok kolay gelsin Avniye’cigim, bol şans.. Sizin
deneyimlerinizle gelecek yıl apartman yetiştiriciliğinde önemli bir yol
katedilmiş olacak. Münevver Eminoğlu”
- Y.A.- Sizin bu iki aylık süre içinde domates yetiştiriciliği dışında öğrendikleriniz, veya örneğin hayata dair çıkardığınız dersler oldu mu?
A.T.- Sokrates “Hiç birşey bilmediğimi biliyorum” derken bile “acaba bunu da biliyor muyum” demiş ya, ben de “hayata dair” ne kadar az şey bildiğimi bir kere daha gördüm. En çok da rahmetli Prof. Raci Bademli’yi hatırladım her el atışımda fidelere. Bademli, elle tutulamayan kültürün -ki buna doğal tarım da giriyor- bilgisinin kuşaktan kuşağa aktarılmasını “Kırsal kesim bilgeliği” diye adlandırırdı. Önerisi de “kültür mühendisliği” diye bir disiplin oluşması ve zincirin nerelerde, niçin kırıldığının bilimsel olarak incelenmesiydi. Erken gitti bu dünyadan ne yazık ki o.
Bugün dünyaya benimsetmeye çalışılan genetiği değiştirilmiş gıdalara “hayır” diyebilmek için yediyüzyetmişaltıbin kilometrekare toprağın üzerinde oturan bizlerin bu toprağın altında ve üstündeki kültüre “evet” demeyi öğrenmesi, onu tanıması lazım önce. “Aklın bilemediğine yürek üzülemez” diye bir sloganı kullanırız ÇEKÜL’ün kimi kampanyalarında bazen. Bu, Erich Fromm’un aşk tanımıyla da örtüşür: “İlgi, sorumluluk, saygı ve bilgi”. Doğadan koptukça kopuyoruz. Doğaya yaklaşmaya çalışırken de onun bilgisini hiç de edinmediğimizi farkedip suçluluk duyuyoruz. Yani ben böyle hissettim en azından. Açığı kapamaya ne kadar çalışsam nafile.
Bizim serüvene dönersek, bir de şunu iyice gördüm: “Neyi ekersen onu biçersin” kadar “nereye ekersen” de önemli. Toplumdaki fırsat eşitsizliği doğada hayli hayli söz konusu. Bu muhteremlerin sağlıklı büyümesi için bol toprak gerekiyor. Küçük saksılara ve de yan yana ekilenler cılız kalıyor. Günde 8 saat güneş görmeleri lazım. Güneş yoksa iş zor. Sitede şöyle özetlemiştim bunu:Sonuç: Tohumların dikildiği kabın boyutu, cinsi, toprak türü ve tohum başına
düşen santimetrekare toprağa bağlı olarak fideler arasında ciddi bir sınıf farkı
ve gelişmişlik uçurumu ortaya çıkıyor. Oysa hepsi aynı domateslerin
çekirdekleriydi...Bu konuyla önceleri "konvansiyonel" bağlamda, son on yıldır
dijital uçurum ve siber hukuk bağlamında "hemhal" olan bendeniz, fırsat
eşitliği, altyapı ve üstyapı ilişkisini bir kez de domateslerin geldiği bu
aşamada ve somut olarak algılıyorum... - Y.A.- Olgunlaşan domatesleri neler bekliyor?
A.T.- Durun, önce o günleri bir “idrak edelim” hele! Eğer başarırsak herhalde afiyetle tadılacaklar önce. Eşle dostla paylaşılacaklar. Yine çekirdekleri saklanacak... - Y.A.- Bu günce ne kadar devam edecek, hedefleriniz neler?
A.T. Internet’teki pembe domates kaynaklarını araştırırken Türkçeye “evladiyelik” diye çevirebileceğimiz “heirloom” sözcüğüyle karşılaştım. Bunu türü yokolmaya yüz tutmuş, az bulunan domatesler için kullanıyorlar. Pembe domatesler de bu grupta. Ana vatanı Amerika olarak görülüyor webdeki kaynaklarda pembe domatesin. Rusya’da, Bulgaristan’da ve kimi Akdeniz ülkelerinde yetiştiğinden sözediliyor. Şu ana kadar Türkiye’de de yetiştiğinden sözeden bir kaynağa rastlamadım daha. Eh, biraz kanıma dokunmadı değil bu durum. Bu işler böyledir, bir konuya el atarsınız, sonra ölçek büyür de büyür. Milliyet’ten sonra ben Güneş’te iki yıl süren “Tarihi İstanbul Çeşmeleri Kurtarılmalıdır” diye kampanya yapmıştım. Kampanya bittikten sonra yıllarca insanlar bana “çeşmelerin ablası” muamelesi yaptı. Oradaki buradaki harap çeşmeleri haber verip durdular. Şimdi de “pembe domatesler” benden sorulsun istemiyorum, bu büyük bir sorumluluk ve zaman gerektiren birşey. Ama korkarım, bu kütüğün bir İngilizce versiyonunu da yapacağım. En azından Türkiye’de de olduğu bilinsin diye. Ondan sonrasını henüz planlamadım. “PDA” yani “pembe domates ağı” üyeleriyle birlikte belki bunu uluslararası bir projeye mi dönüştürürüz, bilemiyorum... Zaman gösterecek. Türkçe site yayında kalacak ve bu işe kalkışanlara kolaylık sağlamaya devam edecek...
Pembe domateslerden sonra başka bir şey yetiştirmeyi düşünüyor musunuz?
Aman aklıma sokmayın şimdi başka bir şeyi, oturup benim “bilgiye erişim özgürlüğü” ya da “veri saklama hukuku” üzerine 20 bin kelimelik bir tez yazmam lazım Eylül’e kadar. Keşke pembe domatesler ile bu konuyu örtüştüren bir çıkış noktası yakalayabilsem. O zaman bu yükü çok daha keyifle taşırdım...
10 Haz 2006
9 Haz 2006
PES VALLAHİ!
Elektronik postadan neler çıkmaz? SPAM'ın, tele-3kağıtçılığın, e-parazitin allahını gördük de böylesini ilk kez görüyoruz:
Merhaba.
Ben firma isci, biz taperik calisma arkadasi. Bizim firma XVZ alisveris yapmak, bize lazim finans temsilci.
Talep:1. Bilme bilgisayar(E-mail)
2. Bos vakit (gunde 3 saat)
3. 18 yas
Bizim finans temsilce olmak icin size lazimdi bank hesap sizin bolgede.Biz alisveris holding sirketi. Bizim bas ofismiz Ukraynada.Bizim biznes kural benzeyis MLM (multi-level telemarketing) sirketi. Amabizim finans temsilciecne luzim dey satmak, siz sirf teslim almak odeme ve vermek bizim ofise. Sizin aylik olagak 5% devirden, birde 1000 USD her ayin nihayetYazin bize, biz size anket genderegek.
Sag ol.
Karsilik gendermek buraya: ....@...
Merhaba.
Ben firma isci, biz taperik calisma arkadasi. Bizim firma XVZ alisveris yapmak, bize lazim finans temsilci.
Talep:1. Bilme bilgisayar(E-mail)
2. Bos vakit (gunde 3 saat)
3. 18 yas
Bizim finans temsilce olmak icin size lazimdi bank hesap sizin bolgede.Biz alisveris holding sirketi. Bizim bas ofismiz Ukraynada.Bizim biznes kural benzeyis MLM (multi-level telemarketing) sirketi. Amabizim finans temsilciecne luzim dey satmak, siz sirf teslim almak odeme ve vermek bizim ofise. Sizin aylik olagak 5% devirden, birde 1000 USD her ayin nihayetYazin bize, biz size anket genderegek.
Sag ol.
Karsilik gendermek buraya: ....@...
3 Haz 2006
23 May 2006
AĞLATAN MAKALE
21. yüzyıl Türkiye'sinde bir Mayıs sabahı, gazetede "dürüstlük" hakkında bir makale okurken ağlayacağım hiç aklıma gelmezdi... Ama ağladım...
15 Mayıs sabahı Cumhuriyet'te, Erdal Atabek'in "2000'Lİ YILLARDA" köşesindeki "Dürüstlük, Sevgili Çocuğum" başlıklı yazıya takıldı gözüm. Tam da o gün -artık ne yazık ki herkes için bu kadar da kolayca söylenemeyen- "dürüstlük timsali" bir dostu, Av. Derviş Parlak'ı uğurlayacaktık. Yazıyı okudukça, sanki Derviş'in oğluna bıraktığı bir veda mesajını okuyormuşum gibi geldi bana... Bu kadar beklenmedik bir anda gideceğini bilseydi ve birşey yazsaydı sanki o da bunları söylerdi...
Bir nedeni buydu ağlamamın.
İkincisi daha genel. Öyle bir değerler karmaşası içinde ki toplum, "dürüstlük" ile "enayilik" özdeşleşmiş, "ağızdan dolma tüfek" misali yarım yırtık edinilen bilgilerle "piyasa"ya çıkmış çoluk çocuk ahkam kesiyor, ortalık herşeyin "uzman"ı ile dolu, "bizim kuşak"tan bile görüşlerini "esnetmiş", kafası karışık kuşaklara "kuyrukçuluk" yapabilenlere rastlamak hiç imkansız değil, dürüstlük mürüstlük, ilkeli olmak, etik davranmak, bu gibi kavramlardan söz etmek artık "demode".
"-Ama çok başarılı satıyor kendini yani, bunu kabul et!" Peki edeyim.
"-Fakat helal olsun adamlara, güzel dolduruşa getirdiler etrafı, hem de acaip para kazandılar, bunu kabul et!" Pekala. Siz öyle istedikten sonra...
Böyle bir kesitte sen Erdal Atabek kalk, dürüstlüğün bilimsel ve etik tanımını bu kadar güzel yap. "Özdeğer, özsaygı ve özgüven" ilişikisini koy ortaya. "Özgüven temelsiz bir böbürlenme değildir", "Temelsiz bir böbürlenme, değersizliğini örtmeye yarayan bir özgüven taklididir" de! "Ahlaksal zeka" de, "dürüstlük bu ahlaksal zekanın birinici ilkesidir" de. İşte bir de buna ağladım. İnsan olmanın bu kadar temel bir gereği, yeniden açıklanmak durumunda... Bunu yapan Atabek de çok incelikli davranmak zorunda hissetmiş kendini ve harika bir içerik çıkarmış ortaya... Öyle "kritik" bir konu ki en ufak bir hamaset kaldıracak lüksü yok. Bunu da okuyup etkilenmezse kişi, bir daha öldür allah "dürüstlük"ten söz edilmeyecek gibi halimiz...
Cumhuriyet web sitesinden ücretli üyelik ile okutuyor içeriği hala biliyorsunuz. Atabek'in sitesinde de henüz bu yazı yok (Bence lütfen konulsun oraya da). O yüzden yazıyı tarayıp yukarıya koyuyorum. Üzerine tıklarsanız çok güzel okunuyor. Bunun bir "hukuk ihlali" sayılmaması için de şimdi gazeteden ve Sayın Atabek'ten izin isteyeceğim! "Dürüstlük" konusundaki bir içeriğin ücretsiz ve izinsiz okunmasına karşı çıkılacağını sanmamakla birlikte... Neme lazım. Ben önlemimi alayım yine de.
15 Mayıs sabahı Cumhuriyet'te, Erdal Atabek'in "2000'Lİ YILLARDA" köşesindeki "Dürüstlük, Sevgili Çocuğum" başlıklı yazıya takıldı gözüm. Tam da o gün -artık ne yazık ki herkes için bu kadar da kolayca söylenemeyen- "dürüstlük timsali" bir dostu, Av. Derviş Parlak'ı uğurlayacaktık. Yazıyı okudukça, sanki Derviş'in oğluna bıraktığı bir veda mesajını okuyormuşum gibi geldi bana... Bu kadar beklenmedik bir anda gideceğini bilseydi ve birşey yazsaydı sanki o da bunları söylerdi...
Bir nedeni buydu ağlamamın.
İkincisi daha genel. Öyle bir değerler karmaşası içinde ki toplum, "dürüstlük" ile "enayilik" özdeşleşmiş, "ağızdan dolma tüfek" misali yarım yırtık edinilen bilgilerle "piyasa"ya çıkmış çoluk çocuk ahkam kesiyor, ortalık herşeyin "uzman"ı ile dolu, "bizim kuşak"tan bile görüşlerini "esnetmiş", kafası karışık kuşaklara "kuyrukçuluk" yapabilenlere rastlamak hiç imkansız değil, dürüstlük mürüstlük, ilkeli olmak, etik davranmak, bu gibi kavramlardan söz etmek artık "demode".
"-Ama çok başarılı satıyor kendini yani, bunu kabul et!" Peki edeyim.
"-Fakat helal olsun adamlara, güzel dolduruşa getirdiler etrafı, hem de acaip para kazandılar, bunu kabul et!" Pekala. Siz öyle istedikten sonra...
Böyle bir kesitte sen Erdal Atabek kalk, dürüstlüğün bilimsel ve etik tanımını bu kadar güzel yap. "Özdeğer, özsaygı ve özgüven" ilişikisini koy ortaya. "Özgüven temelsiz bir böbürlenme değildir", "Temelsiz bir böbürlenme, değersizliğini örtmeye yarayan bir özgüven taklididir" de! "Ahlaksal zeka" de, "dürüstlük bu ahlaksal zekanın birinici ilkesidir" de. İşte bir de buna ağladım. İnsan olmanın bu kadar temel bir gereği, yeniden açıklanmak durumunda... Bunu yapan Atabek de çok incelikli davranmak zorunda hissetmiş kendini ve harika bir içerik çıkarmış ortaya... Öyle "kritik" bir konu ki en ufak bir hamaset kaldıracak lüksü yok. Bunu da okuyup etkilenmezse kişi, bir daha öldür allah "dürüstlük"ten söz edilmeyecek gibi halimiz...
Cumhuriyet web sitesinden ücretli üyelik ile okutuyor içeriği hala biliyorsunuz. Atabek'in sitesinde de henüz bu yazı yok (Bence lütfen konulsun oraya da). O yüzden yazıyı tarayıp yukarıya koyuyorum. Üzerine tıklarsanız çok güzel okunuyor. Bunun bir "hukuk ihlali" sayılmaması için de şimdi gazeteden ve Sayın Atabek'ten izin isteyeceğim! "Dürüstlük" konusundaki bir içeriğin ücretsiz ve izinsiz okunmasına karşı çıkılacağını sanmamakla birlikte... Neme lazım. Ben önlemimi alayım yine de.
18 May 2006
"GOOGLE NEWS"DAN BUGÜNE BİR BAKIŞ
"This is the September 11 of the Turkish Republic," wrote Ertugrul Ozkok, chief columnist for Hurriyet, a secular daily paper. "One of the main pillars of the regime, justice, was hit. This is an attack against all of us." (Kaynak: Reuters)
4 May 2006
VAPURLU DEMOKRASİ
Sayın Arif Çağlar Göndermiş aşağıdaki mesajı:
---------------
Vapurlu Demokrasi
Bir demokrasi aldatmacası olarak vapur seçimi
"Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası başladığında haklı olarak bu hareketin demokrasiyle ilişkisine değinenler olmuştu. İBB ve İDO'nun "Haydi İstanbul vapurunu seç!" aldatmacası demokrasinin bir yutturmaca olarak nasıl tezgahlanabileceğini gösteren çok güzel bir örnektir.
Bundan bir yıl kadar önce İDO'nun "vapurlar eskidi, onların yerine deniz otobüsü işleteceğiz, vapurlar artık nostaljik ve turistik seferlere çıkacak" açıklaması üzerine "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası buna karşı çıktığı zaman sorulan ilk sorular şunlar olmuştu: İstanbul'da kentiçi deniz ulaşımı için yapılan plan nedir? Bu planlar hangi karar ve gerekçelerle yapılmıştır? İlan edilen deniz otobüsü satın alımı ihaleleri için ayrılan bütçe nedir, bu planın fizibilitesi var mıdır ve maliyeti nedir?
Bu sorular İDO gibi kamu hizmeti veren ve İBB gibi kamu kuruluşu olan kurumların soru sorulmasına gerek kalmadan herkese açıklamak zorunda oldukları konulardır. İşlerin böyle yürümediğini biliyoruz ama temel sorunun bu olduğunu da bildiğimiz için soruyu İstanbul Mimarlar Odası avukatları aracılığıyla İBB ve İDO'nun ilgili makamlarına sorduk. Bugüne kadar yanıt alınmış değildir. Bugüne kadar İDO ve İBB'nin bu konuda yapmış olduğu hiçbir açıklama da yoktur.
İBB yönettiği çok büyük bir bütçeyle elinde çok büyük güç olan bir kuruluştur, üstelik ticari bir kuruluş değildir, bir kamu kuruluşudur. Herkesin ortak gücünü herkesin çıkarına en iyi şekilde yönetmekle yükümlü ve bundan sorumlu bir kuruluştur. Demokrasinin temel ilkesi kuvvetin ve özellikle herkesin ortak olduğu kuvvetin herkes tarafından denetlenebilmesi ve bu kuvvetin kullanımında herkesin söz söyleyebilmesi, eleştiri yapabilmesidir. Başta devlet kuruluşları olmak üzere yerel yönetimler ve diğer kamu kuruluşlarının denetimi, bu denetimin kolaylığı, yani bu kuruluşların işleyişlerinin, bütçelerinin, karar alma şekillerinin ve kararların gerekçelerinin saydamlığı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Toplumun en büyük ortak gücünü yöneten kamu kuruluşları aldıkları her kararda bu saydamlık ilkesinin gereklerini yerine getirmezlerse ve hele bunu sorulan soruları yokuşa sürmek v.b. yollarla engellerlerse demokrasinin üzerine oturduğu en önemli temel sarsılmış demektir. Bir takım "devlet sırrı", "milli çıkarlar için gizli", "askeri ve stratejik önemi haiz" v.s. gibi denetlenmesi ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bırakılmış konular değil burada sorgulanan, bir belediyenin hesabını vermekle yükümlü olduğu, hiçbir sır ve savunma stratejisiyle ilgisi olmayan hizmetler.
Diğer bütün hizmetler bir yana burada çok somut İstanbul kentiçi deniz ulaşımı söz konusu. İBB ve İDO bu konuda önümüzdeki 5-10 yılı kapsayacak programı gerekçeleri ve bütçeleriyle birlikte açıklamak zorunda, böyle bir plan ve programı yoksa da bu plansız harcamaların hesabını vermek zorunda. Eğer bir planı, bir programı varsa bunu hangi kriter ve gerekçelerle oluşturduğu ve hangi karar süreçlerinden geçirdiğini açıklaması gerekir. "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası da temelde bunu istiyor ve bu da demokrasiye inanmış her vatandaşın en doğal hakkıdır, en doğal hak olmanın ötesinde her demokratik kamu yönetiminin ancak bu şekilde işleyebileceğini biliyor olmakla ilgilidir.
Ülkemizde demokrasi kavramını, demokrasi kültürünü sadece sandık, seçim, oylama olgusuna indirgeyen görüş ne yazık ki en geleneksel, en yaygın görüştür. Seçimle herkese ait kamu gücünü yönetmek için tayin edilmiş kişilerin yönetim ve kararları basın, medya ve yasalarla denetlenemezse demokrasilerin diğer bir olmazsa olmaz ilkesi olan seçimler sadece bir demokrasi aldatmacasına dönüşür. Demokrasi seçilenin seçmen tarafından denetimi ve seçilenin eline verilen yetkilerin ancak seçimle ve yasalarla onun elinden alınabilir olmasıdır. Bu temel ilke sadece belli aralıklarla seçim yapmak olmadığı gibi her konunun oylanabilir olması da değildir.
Şimdi İstanbul kentiçi ulaşımı için hiçbir program açıklamayan bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi yarım yamalak bir vapur silueti referandumu aldatmacasıyla demokrasi havariliğine soyunuyor. Orta ve uzun vadeli program, bütçe, ihale, karar ve gerekçe açıklamak bir yana bir yılı aşkın bir zamandır İBB ve İDO vapurlar ve deniz otobüsleriyle ilgili çelişkili açıklamalar yapmakta ve hepsinin ötesinde "vapurlar kaldırılıyor, deniz otobüsleri geliyor" gibi bir hava yaratılırken vapur ve deniz otobüsü hatları motorculara devredilmekte. Ulaşımda toplu taşıma ilkesini minibüslere terk eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Çelişkili ve aldatıcı beyanlar yetmiyormuş gibi İstanbul halkı vapur seçimiyle oyalanırken gerekçe ve fizibiliteleri asla açıklanmayan bir plan ya da plansızlık kararıyla deniz otobüsü alımı yapılıyor ya da yapılmak üzere ve bu karar resmen açıklanmıyor, laf arasında beyan ediliyor. Kimden hangi ihaleyle, hangi para ve borçlanmayla, hangi işletme bütçesi ve hesabıyla ne satın alıyoruz? Denetleme ve bunun sonucunun yaptırımları olmadıkça oylama da yapsanız, hangi yolla olursa olsun kararlara katılım da sağlansa nafile: plan ve hesabı sorulamayan yönetimlerle şaibelerden, ahbap-çavuş ilişkilerinden, dolaylı-dolaysız rüşvet ve yolsuzluktan arınmış demokratik bir yapı kurulamaz.
Ayrıca İstanbul'un belediye yönetimleri alınan kararları uygulamadan sürekli karar değiştirmekle ve bunun da hesabını vermemekle ünlüdür. İstanbul için yapılan planlar daha yürürlüğe koyulmadan rafa kaldırılır, halkı uyutacak göstermelik yeni planlar yapılır. "Plan yapıyoruz, işi bilenlere soruyoruz" sözlerine de artık kimse inanmıyor. İstanbul gibi devasa bir kent Brecht'in alaya aldığı gibi "bir plan yap, nasılsa yürümez, bir plan daha yap, ikisi de işlemez" ilkesine göre yönetiliyor. İşin can alıcı noktası bunun sorumlusu olması gereken seçilmiş kişilerin her türlü sorumluluk ve hesap vermekten azade padişahlar gibi karar verebiliyor olmaları. Bu ülkenin yasaları var, savcıları, avukatları, hakimleri var. Herkese ait bir zenginliği bu denli plansız ve hesapsızca harcayıp izzet ve ikbal içinde yaşamak nereden çıktı?
150 yıllık bir geleneğe ve dünyanın belki de en büyük kentiçi açık deniz tecrübesine sahip Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ni önce en elzem yatırımları keserek yoksullaştır, neredeyse işlemez hale getir, sonra özelleştirme gibi dahiyane bir buluşla bedavadan İDO adında TDİ benzeri bir şirkete topyekün devret ve elindeki mal, mülk, bina, vapur, tersane ve hepsinden önemlisi yıllarca bu işletmelerde emek vermiş insanları ve onların birikimini ve tecrübesini dağıt ve yok et. Bunun bu ülkede hesabını kimse sormazsa meydan demokrasilere değil yağmalara kaldı demektir. Kurulduğu günden beri İDO'nun herkesin vergi parasını çarçur edişinin hesabı da verilmedi, şimdi yapılan işlerin hesabı da yok, planları ve programları da açıklanmış değil. Böyle olunca hiç kimse hiçbir şeyden sorumlu değil ama milletin parasını, her türlü ortak birikimi ve zenginliği istediği gibi dağıtıp harcamaya memur. Kamu yönetimi böyle olmaz, kamu maliyesi böyle olmaz, kamu için yapılan her iş kamu tarafından denetlenebilir ve seçilenler yaptıkları işlerden sorumlu tutulur olmadıkça demokrasi de olmaz.
Demokrasinin Demirel'in bu ülkeye yerleştirdiği "226'yı bulan her şeyi yapar" zihniyetinin ötesinde bir şey olduğunu anlamak gerekiyor. Özellikle kamu işleyişi ve çıkarlarının en önemli denetim araçlarından biri olan basın ve medyanın referandum aldatmacası gibi tezgahlanan bir oyuna gelmeden meselenin özünü gündeme getirmesi gerekiyor. Yüzyıl kadar önce "memlekete hürriyet geliyor" denilince İstanbul'da halk "hürriyet"i görmek için sanmak böyle bir arızanın devamı olsa gerek.
Arif Çağlar
http://www.vapurumuvermiyorum.org/
---------------
Vapurlu Demokrasi
Bir demokrasi aldatmacası olarak vapur seçimi
"Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası başladığında haklı olarak bu hareketin demokrasiyle ilişkisine değinenler olmuştu. İBB ve İDO'nun "Haydi İstanbul vapurunu seç!" aldatmacası demokrasinin bir yutturmaca olarak nasıl tezgahlanabileceğini gösteren çok güzel bir örnektir.
Bundan bir yıl kadar önce İDO'nun "vapurlar eskidi, onların yerine deniz otobüsü işleteceğiz, vapurlar artık nostaljik ve turistik seferlere çıkacak" açıklaması üzerine "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası buna karşı çıktığı zaman sorulan ilk sorular şunlar olmuştu: İstanbul'da kentiçi deniz ulaşımı için yapılan plan nedir? Bu planlar hangi karar ve gerekçelerle yapılmıştır? İlan edilen deniz otobüsü satın alımı ihaleleri için ayrılan bütçe nedir, bu planın fizibilitesi var mıdır ve maliyeti nedir?
Bu sorular İDO gibi kamu hizmeti veren ve İBB gibi kamu kuruluşu olan kurumların soru sorulmasına gerek kalmadan herkese açıklamak zorunda oldukları konulardır. İşlerin böyle yürümediğini biliyoruz ama temel sorunun bu olduğunu da bildiğimiz için soruyu İstanbul Mimarlar Odası avukatları aracılığıyla İBB ve İDO'nun ilgili makamlarına sorduk. Bugüne kadar yanıt alınmış değildir. Bugüne kadar İDO ve İBB'nin bu konuda yapmış olduğu hiçbir açıklama da yoktur.
İBB yönettiği çok büyük bir bütçeyle elinde çok büyük güç olan bir kuruluştur, üstelik ticari bir kuruluş değildir, bir kamu kuruluşudur. Herkesin ortak gücünü herkesin çıkarına en iyi şekilde yönetmekle yükümlü ve bundan sorumlu bir kuruluştur. Demokrasinin temel ilkesi kuvvetin ve özellikle herkesin ortak olduğu kuvvetin herkes tarafından denetlenebilmesi ve bu kuvvetin kullanımında herkesin söz söyleyebilmesi, eleştiri yapabilmesidir. Başta devlet kuruluşları olmak üzere yerel yönetimler ve diğer kamu kuruluşlarının denetimi, bu denetimin kolaylığı, yani bu kuruluşların işleyişlerinin, bütçelerinin, karar alma şekillerinin ve kararların gerekçelerinin saydamlığı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Toplumun en büyük ortak gücünü yöneten kamu kuruluşları aldıkları her kararda bu saydamlık ilkesinin gereklerini yerine getirmezlerse ve hele bunu sorulan soruları yokuşa sürmek v.b. yollarla engellerlerse demokrasinin üzerine oturduğu en önemli temel sarsılmış demektir. Bir takım "devlet sırrı", "milli çıkarlar için gizli", "askeri ve stratejik önemi haiz" v.s. gibi denetlenmesi ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bırakılmış konular değil burada sorgulanan, bir belediyenin hesabını vermekle yükümlü olduğu, hiçbir sır ve savunma stratejisiyle ilgisi olmayan hizmetler.
Diğer bütün hizmetler bir yana burada çok somut İstanbul kentiçi deniz ulaşımı söz konusu. İBB ve İDO bu konuda önümüzdeki 5-10 yılı kapsayacak programı gerekçeleri ve bütçeleriyle birlikte açıklamak zorunda, böyle bir plan ve programı yoksa da bu plansız harcamaların hesabını vermek zorunda. Eğer bir planı, bir programı varsa bunu hangi kriter ve gerekçelerle oluşturduğu ve hangi karar süreçlerinden geçirdiğini açıklaması gerekir. "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası da temelde bunu istiyor ve bu da demokrasiye inanmış her vatandaşın en doğal hakkıdır, en doğal hak olmanın ötesinde her demokratik kamu yönetiminin ancak bu şekilde işleyebileceğini biliyor olmakla ilgilidir.
Ülkemizde demokrasi kavramını, demokrasi kültürünü sadece sandık, seçim, oylama olgusuna indirgeyen görüş ne yazık ki en geleneksel, en yaygın görüştür. Seçimle herkese ait kamu gücünü yönetmek için tayin edilmiş kişilerin yönetim ve kararları basın, medya ve yasalarla denetlenemezse demokrasilerin diğer bir olmazsa olmaz ilkesi olan seçimler sadece bir demokrasi aldatmacasına dönüşür. Demokrasi seçilenin seçmen tarafından denetimi ve seçilenin eline verilen yetkilerin ancak seçimle ve yasalarla onun elinden alınabilir olmasıdır. Bu temel ilke sadece belli aralıklarla seçim yapmak olmadığı gibi her konunun oylanabilir olması da değildir.
Şimdi İstanbul kentiçi ulaşımı için hiçbir program açıklamayan bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi yarım yamalak bir vapur silueti referandumu aldatmacasıyla demokrasi havariliğine soyunuyor. Orta ve uzun vadeli program, bütçe, ihale, karar ve gerekçe açıklamak bir yana bir yılı aşkın bir zamandır İBB ve İDO vapurlar ve deniz otobüsleriyle ilgili çelişkili açıklamalar yapmakta ve hepsinin ötesinde "vapurlar kaldırılıyor, deniz otobüsleri geliyor" gibi bir hava yaratılırken vapur ve deniz otobüsü hatları motorculara devredilmekte. Ulaşımda toplu taşıma ilkesini minibüslere terk eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Çelişkili ve aldatıcı beyanlar yetmiyormuş gibi İstanbul halkı vapur seçimiyle oyalanırken gerekçe ve fizibiliteleri asla açıklanmayan bir plan ya da plansızlık kararıyla deniz otobüsü alımı yapılıyor ya da yapılmak üzere ve bu karar resmen açıklanmıyor, laf arasında beyan ediliyor. Kimden hangi ihaleyle, hangi para ve borçlanmayla, hangi işletme bütçesi ve hesabıyla ne satın alıyoruz? Denetleme ve bunun sonucunun yaptırımları olmadıkça oylama da yapsanız, hangi yolla olursa olsun kararlara katılım da sağlansa nafile: plan ve hesabı sorulamayan yönetimlerle şaibelerden, ahbap-çavuş ilişkilerinden, dolaylı-dolaysız rüşvet ve yolsuzluktan arınmış demokratik bir yapı kurulamaz.
Ayrıca İstanbul'un belediye yönetimleri alınan kararları uygulamadan sürekli karar değiştirmekle ve bunun da hesabını vermemekle ünlüdür. İstanbul için yapılan planlar daha yürürlüğe koyulmadan rafa kaldırılır, halkı uyutacak göstermelik yeni planlar yapılır. "Plan yapıyoruz, işi bilenlere soruyoruz" sözlerine de artık kimse inanmıyor. İstanbul gibi devasa bir kent Brecht'in alaya aldığı gibi "bir plan yap, nasılsa yürümez, bir plan daha yap, ikisi de işlemez" ilkesine göre yönetiliyor. İşin can alıcı noktası bunun sorumlusu olması gereken seçilmiş kişilerin her türlü sorumluluk ve hesap vermekten azade padişahlar gibi karar verebiliyor olmaları. Bu ülkenin yasaları var, savcıları, avukatları, hakimleri var. Herkese ait bir zenginliği bu denli plansız ve hesapsızca harcayıp izzet ve ikbal içinde yaşamak nereden çıktı?
150 yıllık bir geleneğe ve dünyanın belki de en büyük kentiçi açık deniz tecrübesine sahip Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ni önce en elzem yatırımları keserek yoksullaştır, neredeyse işlemez hale getir, sonra özelleştirme gibi dahiyane bir buluşla bedavadan İDO adında TDİ benzeri bir şirkete topyekün devret ve elindeki mal, mülk, bina, vapur, tersane ve hepsinden önemlisi yıllarca bu işletmelerde emek vermiş insanları ve onların birikimini ve tecrübesini dağıt ve yok et. Bunun bu ülkede hesabını kimse sormazsa meydan demokrasilere değil yağmalara kaldı demektir. Kurulduğu günden beri İDO'nun herkesin vergi parasını çarçur edişinin hesabı da verilmedi, şimdi yapılan işlerin hesabı da yok, planları ve programları da açıklanmış değil. Böyle olunca hiç kimse hiçbir şeyden sorumlu değil ama milletin parasını, her türlü ortak birikimi ve zenginliği istediği gibi dağıtıp harcamaya memur. Kamu yönetimi böyle olmaz, kamu maliyesi böyle olmaz, kamu için yapılan her iş kamu tarafından denetlenebilir ve seçilenler yaptıkları işlerden sorumlu tutulur olmadıkça demokrasi de olmaz.
Demokrasinin Demirel'in bu ülkeye yerleştirdiği "226'yı bulan her şeyi yapar" zihniyetinin ötesinde bir şey olduğunu anlamak gerekiyor. Özellikle kamu işleyişi ve çıkarlarının en önemli denetim araçlarından biri olan basın ve medyanın referandum aldatmacası gibi tezgahlanan bir oyuna gelmeden meselenin özünü gündeme getirmesi gerekiyor. Yüzyıl kadar önce "memlekete hürriyet geliyor" denilince İstanbul'da halk "hürriyet"i görmek için sanmak böyle bir arızanın devamı olsa gerek.
Arif Çağlar
http://www.vapurumuvermiyorum.org/
29 Nis 2006
SİRKE DEYİP GEÇME...
Türkiye'de ilk sinema reklam filmlerinden bir olan "Rıdvan Umay" reklamlarının esprili öyküsünü ilk kez Gürel Yontan'dan duymuştuk. Şimdi de televizyonda "Kemal Kükrer" sirke reklamları başladı. Üç kez tekrarlanıyor "Kemal Kükrer" adı... Web sitesi de var: http://www.kemalkukrer.com.tr/ana.asp ...
26 Nis 2006
VAPURLARA OY VERME DURUMU
"Vapurlarımızı Vermiyoruz!" dedikti...
Bu konuda yaşanan ilginç gelişmeler, açılan sorular, verilen yanıtlar "burada"...
23 Nis 2006
PEYNİR SANATI
Dur yolcu!
"Peynir" deyip geçme!
"Mandıra tabir ettiğimiz" olgunun hayli ötesine taşınmış olay:

Cheese Art 2006, Biennal event of Culture and Science of Traditional Ragusa, Castello di Donnafugata - 27 June– 2 July 2006
Women‘s Role in the Development of Emerging Countries Dairy productions of Mediterranean Countries, celebrates the fifth edition, that will take place to the Donnafugata Castle from the 27th of June to the 2nd of July. The main purpose is the valorization of Production System and of theDairy and Agricultural food Products of Mediterranean countries. Not only products but the man that produces them, which harmonizes and dominates the natural biodiversity factors tied to the production territory. The territory with its tradition, the usages and customs, the landscapes, its rural architecture, in synthesis its reception. So the Renaissance of Territory through the Renaissance of Taste.
CoRFiLaC after researches and analyses, has decided that the main characters of Cheese Art 2006 will be “Women, Youth and Old people“.
In details:• Women’s role in the development of Emerging Countries: “Wisdom”• Young’ role, Consumers of Third Millennium: “Hope”• Old people’ role, Main Consumers of nowadays: “Experience Organizing Secretary,
Phone +39(0)932.660.413,phone/fax+39(0)932.660.436
info@cheeseart.com
"Peynir" deyip geçme!
"Mandıra tabir ettiğimiz" olgunun hayli ötesine taşınmış olay:
Cheese Art 2006, Biennal event of Culture and Science of Traditional Ragusa, Castello di Donnafugata - 27 June– 2 July 2006
Women‘s Role in the Development of Emerging Countries Dairy productions of Mediterranean Countries, celebrates the fifth edition, that will take place to the Donnafugata Castle from the 27th of June to the 2nd of July. The main purpose is the valorization of Production System and of theDairy and Agricultural food Products of Mediterranean countries. Not only products but the man that produces them, which harmonizes and dominates the natural biodiversity factors tied to the production territory. The territory with its tradition, the usages and customs, the landscapes, its rural architecture, in synthesis its reception. So the Renaissance of Territory through the Renaissance of Taste.
CoRFiLaC after researches and analyses, has decided that the main characters of Cheese Art 2006 will be “Women, Youth and Old people“.
In details:• Women’s role in the development of Emerging Countries: “Wisdom”• Young’ role, Consumers of Third Millennium: “Hope”• Old people’ role, Main Consumers of nowadays: “Experience Organizing Secretary,
Phone +39(0)932.660.413,phone/fax+39(0)932.660.436
info@cheeseart.com
22 Nis 2006
16 Nis 2006
10 Nis 2006
2 Nis 2006
29 Mar 2006
25 Mar 2006
24 Mar 2006
EUROPA - Margot Wallström, Vice-President of the European Commission: my blog
O da web-kütüğü tutuyor:
EUROPA - Margot Wallström, Vice-President of the European Commission: my blog
ve anlaşıldığı kadarıyla sıkı bir hayat üniversitesi mezunu...
Burada da mal beyanı var...
23 Mar 2006
20 Mar 2006
8 Mar 2006
"AJANA GÖZLÜK" KAMPANYASI- Belçika
SABAH - 08/03/2006 - Kacıs reklam konusu oldu
Bahsi geçen "Pearle" gözlük/optik firmasının reklam ajansı bu gibi sanki ama böyle bir kampanyadan sözetmiyor... Buna karşılık "PUB"da reklamın haberi var...
Bu da Belçika'lıların gözlük konusundaki eğilimleri:
The study carried out by TNS Dimarso at the request of Pearle Opticiens showed Belgians opt for long-lasting, functional specs rather than treating them as fashion items.
More than half the population needs glasses (53 percent), with 35,000 new customers heading to opticians every year. However, the TNS Dimarso results show opticians’ turnover nevertheless shrank by 2 percent last year. The problem is that Belgians hang on to their glasses for at least four years before getting a new pair. They tend to replace them only when they have been broken or lost... At least 60 percent of those who buy glasses in Belgium are over 50 years old, meaning opticians should be catering to an older market.
Twelve percent of customers under 35 are opting to wear contact lenses instead of glasses.
Kaynak: Expatica.com
Ne denir? Reklamcılar ve kendini reklam edenler için zaten herşey "malzeme" değil mi? İzlemek ve şaşırmak... Diğerleri para kazanırken, bize düşen bu. Bunu buraya yazmak bile onların daha çok para kazanmasına yarıyor aslında. (Yoksa yazacak çok konu var!) Ama bu reklam firması hangisiyse iyi dalga geçmiş milletiyle bir yandan. Bizde olsa izin verilir miydi böyle bir reklama? Kimbilir?
Bahsi geçen "Pearle" gözlük/optik firmasının reklam ajansı bu gibi sanki ama böyle bir kampanyadan sözetmiyor... Buna karşılık "PUB"da reklamın haberi var...
Bu da Belçika'lıların gözlük konusundaki eğilimleri:
The study carried out by TNS Dimarso at the request of Pearle Opticiens showed Belgians opt for long-lasting, functional specs rather than treating them as fashion items.
More than half the population needs glasses (53 percent), with 35,000 new customers heading to opticians every year. However, the TNS Dimarso results show opticians’ turnover nevertheless shrank by 2 percent last year. The problem is that Belgians hang on to their glasses for at least four years before getting a new pair. They tend to replace them only when they have been broken or lost... At least 60 percent of those who buy glasses in Belgium are over 50 years old, meaning opticians should be catering to an older market.
Twelve percent of customers under 35 are opting to wear contact lenses instead of glasses.
Kaynak: Expatica.com
Ne denir? Reklamcılar ve kendini reklam edenler için zaten herşey "malzeme" değil mi? İzlemek ve şaşırmak... Diğerleri para kazanırken, bize düşen bu. Bunu buraya yazmak bile onların daha çok para kazanmasına yarıyor aslında. (Yoksa yazacak çok konu var!) Ama bu reklam firması hangisiyse iyi dalga geçmiş milletiyle bir yandan. Bizde olsa izin verilir miydi böyle bir reklama? Kimbilir?
4 Mar 2006
WEB'DE MIMAR SINAN'A SPONSOR GEREK:
Dünya mimari sanatının büyük ustalarından Mimar Sinan için sponsor aranıyor..."Boyutların Ötesinde Anılan: Koca Mimar Sinan" başlıklı proje kapsamında tüm dünya internet kullanıcılarının hizmetine sunulacak, özgün görüntüler ve akademik bir içerikle özel bir internet portalı hazırlanıyor. Projenin gerçekleşmesi için ise projenin ruhunu benimseyerek sponsorluğunu yapacak kişi, kurum ve kuruluşlardan destek bekleniyor.
Hurriyet Kültür Sanat
Ayrıntılı bilgi için: http://www.crea-factory.com/mimarsinan/
Hurriyet Kültür Sanat
Ayrıntılı bilgi için: http://www.crea-factory.com/mimarsinan/
"ŞERPA"LAR DA "FAKE" ISE ??!!
Hadi Uluengin "Şerpa" -bir tür "kılavuz"-kavramını anlatıyor:
Hurriyet'te... Bu da Nepal'li bir Şerpa'nın hikayesi...
"Kılavuz" sahteci ise işler zor.
"Karga"lara çamur atan deyişteki gibi gibi: "KILAVUZU KARGA OLANIN BURNU..."
Ama günümüzde kargalar öyle bir reklam kampanyası uyguluyor ki, vay halimize...
Hurriyet'te... Bu da Nepal'li bir Şerpa'nın hikayesi...
"Kılavuz" sahteci ise işler zor.
"Karga"lara çamur atan deyişteki gibi gibi: "KILAVUZU KARGA OLANIN BURNU..."
Ama günümüzde kargalar öyle bir reklam kampanyası uyguluyor ki, vay halimize...
3 Mar 2006
26 Şub 2006
Akademisyenlerden yerel basına
Akademisyenlerden yerel basına ücretsiz yorum ajansı
Yerel basının yazar sıkıntısı çektiğini düşünen akademisyenler internet ortamında ajans kurdu. Ajans ‘yerelnet.gazi.edu.tr’ adlı site bünyesinde hizmet veriyor.
Yerelnet’in kurucusu Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Korkmaz Alemdar, üniversite camiası olarak çeşitli konulardaki görüşlerini toplumla paylaşma konusunda sıkıntı yaşadıkları için böyle bir proje geliştirdiklerini söylüyor. Yerel gazetelerin de yazar sıkıntısı çektiğini anlatan Alemdar, “Sistemle birlikte hem akademisyenler kendilerini anlatabilecek hem de yerel basın yazar sıkıntısı çekmeyecek.” diyor. İktisat, sağlık, eğitim, hukuk, iletişim, kültür, spor gibi bütün alanlarda çok sayıda uzman akademisyen olduğunu vurgulayan, basın kuruluşlarının yazı sipariş edebileceğini dile getiren Alemdar, köşe yazısı formatında sıkıntı yaşayan akademisyenlerin bu sorunu aşacaklarını belirtiyor.
Kaynak: ZAMAN
Yerel basının yazar sıkıntısı çektiğini düşünen akademisyenler internet ortamında ajans kurdu. Ajans ‘yerelnet.gazi.edu.tr’ adlı site bünyesinde hizmet veriyor.
Yerelnet’in kurucusu Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Korkmaz Alemdar, üniversite camiası olarak çeşitli konulardaki görüşlerini toplumla paylaşma konusunda sıkıntı yaşadıkları için böyle bir proje geliştirdiklerini söylüyor. Yerel gazetelerin de yazar sıkıntısı çektiğini anlatan Alemdar, “Sistemle birlikte hem akademisyenler kendilerini anlatabilecek hem de yerel basın yazar sıkıntısı çekmeyecek.” diyor. İktisat, sağlık, eğitim, hukuk, iletişim, kültür, spor gibi bütün alanlarda çok sayıda uzman akademisyen olduğunu vurgulayan, basın kuruluşlarının yazı sipariş edebileceğini dile getiren Alemdar, köşe yazısı formatında sıkıntı yaşayan akademisyenlerin bu sorunu aşacaklarını belirtiyor.
Kaynak: ZAMAN
4 Şub 2006
HASANKEYF v DISNEYLAND
Hasankeyf'e Disneyland projesi:
Bugünkü Referans Gazetesinde ana haber:
"100 asırlık Hasankeyf Disneyland'a gömülüyor!"
Bu fotograf da haberde bahsi geçen rapordan...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)