11 Haz 2006

PEMBE DOMATES TÜRKİYE'DE ELBETTE YETİŞİYOR...

Bugün çok kişi telefon ve e-posta yoluyla bize Türkiye'de pembe domatesin yetiştiği yerlerin adresini verdi.
Bunun nedeni ve açıklaması şurada :
TÜRKİYE'DE YETİŞMEZ OLUR MU! (MİLLİYET HABERİNE İLİŞİKİN AÇIKLAMA)

Şu da Yaprak Aras'ın başarıyla kısalttığı söyleşinin ilk hali:

  • Y.A.- Domateslere, özellikle de “pembe domateslere” olan ilginiz nereden geliyor?
  • A.T. - Seviyorum domatesi. Küçüklüğümden beri. Kim sevmez ki? Ama bizim çocukluğumuzun domatesleri kocaman, kıpkırmızı, yumuşak, mis kokulu, lezzetli nesnelerdi. Çekirdekleri ışıl ışıl parıldayan, tutmaya çalıştığınızda elinizden kaçan... Domates sanatçıların da çok ilgisini çekmiş. Yakın geçmişte Milliyet kültür sayfalarına yazdığım haftalık “Web’de Kültür Sanat”ların birini domatese ayırmıştım. Neruda’nın “Domatese Güzelleme”sinin, Picasso’nun “Saksıda Domates”inin, “Katil Domatesler” dizi projesinin v.s. web adreslerini vererek... Domatesin hukuk tarihinde de önemli bir yeri var. “Sebze mi meyva mı” tartışması ile 1893’de ABD’de dava konusu olmuş. “Sebzelik statüsü” mahkeme kararıyla saptanan ilk bitki domates. O yıllarda yürürlükte olan Gümrük kanununun “meyva”ya tanıdığı vergi indiriminden yararlanmak isteyen bir tüccarın açtığı bu davada bilinen tüm sözlükler ortaya dökülmüş. Bilirkişiler botanik olarak domatesin “berry” familyasından bir “meyva” olduğunu kanıtlamak için çırpınmışlar ama yargıç Gray, “meyva olsaydı, yemekten sonra yenirdi” diyerek teknik ve botanik tanımlara değil, hayattaki duruma ve Gümrük kanunundaki tanıma öncelik tanımış!
    Pembe domatesi ben ilk kez Internet’te, “Kaybolan Tadlar” grubundaki yazışmalarda duymuştum. Geçen yıl, arkadaşım Sevinç Baliç iki kere bize onlardan getirdi. İlkini Çanakkale’de bir tarladan, ikincisini Çerkesköy’de kayınvalidesinin kendi eliyle yetiştirdiği bahçeden... Geldiklerinde yeşildiler. Güneşte üç-beş gün bekleyince toz pembe oldular. Harika lezzetleri vardı. Zaten az bulunmasının asıl nedeni de bu. Çarşıya pazara gidemeyecek kadar narin, ince kabuklu, sulu şeyler olduklarından, bunları yetiştirenler kendileri tüketirmiş.
  • Y.A.-Apartmanda pembe domates yetiştirme maceranız nasıl başladı?
    A.T
    .- Sevinç kayınvalidesinin bu domateslerin çekirdeklerini kurutup sonra tekrar dikerek yetiştirdiğini söylemişti. Ben de her iki grup domatesten bir miktar çekirdek ayırıp, kuruttum, buzluğa attım. Birine veririz belki diye. Sonra da unuttum onları. Derken bir başka dostum, ekolojik turizm alanında çalışmak için İstanbul’u terkedip Göcek’e yerleşen Münevver Eminoğlu, Çanakkale’de kurulan bir organik tarım çiftliği projesi için de çalıştığı haberini verdi. Nisan başıydı. “Aman” dedim, “bende şu az bulunan pembe domateslerin çekirdeklerinden var, onu da size vereyim, ekin çoğalsın”! Münevver, “Bizde birkaç çeşidi var zaten, sen onu kendin eksene, şimdi tam zamanı” dedi. “Nasıl olur, İstanbul’da, egzos yoğun bir caddeye bakan apartmanda, hem de pembe domates, nasıl yetişir?” Münevver “bal gibi olur” diyerek bana organik ev bahçıvanlığının ilk ipuçlarını öğretti ve kolları sıvadım. Pek umutlu değildim ama ilk fideler çıkmaya başlayınca bir heyecan sardı beni de Mehmet Tansuğ’u da. Sabah akşam onlarla ilgilendik. Teknoloji geliştirmeye çalıştık. Organik topraktı, kaptı, kacaktı, ön balkondu, arka balkondu derken hayatımızı kapladı pembe domatesler...
  • Y.A. Bu serüveni bir kütük aracılığıyla belgelemeniz ve seyri anlatmaktaki amacınız nedir?
    A.T.
    Benim mesleğim hukuk ve iletişim. Bilgi teknolojileri hukuku alanında uzmanlaşmaya çalışıyorum. İki yıldan beri de Glasgow’da bir üniversitenin bu alandaki “online master” programında öğrenciyim. Bir taraftan da hem bu alandaki iki sivil toplum örgütü hem de ÇEKÜL Vakfı için çalışıyorum. Keza Tarihi Yarımada için Eminönü Platformu’na katkıda bulunuyorum. Dert ettiğim iki temel konu var hayatta. Biri bu ülkenin doğal ve kültürel mirasının doğru korunması. (Eski bir Milliyet’li olarak, bu konudaki ilk çalışmamın 1982-84 yıllarındaki “UNESCO-Milliyet Kültür Mirasımızı Koruma Kampanyası” olduğunu da bu arada belirteyim.) Bunun içine elle tutulan ve tutulmayan tüm ögeler giriyor. Pembe domates dahil!

    İkinci derdim de Türkiye’de bilgiyi “tüketen” değil, “üreten toplum”a geçişin hızlandırılması, bunun hukukunun doğru yaratılması. Bilgi okur-yazarlığının artması. İşte bütün bu anlattıklarımı genellikle Internet üzerinden yapıyorum. “Web-kütüğü” (weblog) bu konuda 2000’li yıllardan beri kullanageldiğim bir teknik. Nitekim tansug.com sitesinde tuttuğum web-kütüklerinin bir dökümü bulunmakta. Bu balkonda domates işine başladığımızda Mehmet ile beraber yaptığımız tüm çalışmaları aynı zamanda görüntülüyorduk. Sonra aklımıza bir web-kütüğü de pembe domates için açmak geldi işte... Bilgi ve deneyleri paylaşmak, hatta bu eylemi bir ağa dönüştürmek için bundan elverişli başka bir yöntem yoktu. http://pembedomates.blogspot.com/ adresindeki kütük şimdi bu işle ilgili herkesin uğrak yeri oldu.
  • Y.A.- Pembe domates fideleri şimdiye kadar kaç kişiye, nerelere ulaştı?
    A.T. -
    İki-üç domatesten yüze yakın fide çıktı. Şaka gibi değil mi? Fideler büyümeye başlayınca eşe dosta vermeye başladık. Evde barınmalarına olanak yoktu. Ayrıca kalkıştığımız işi duyan herkes aynı heyecana kapılıyor, onlar da evlerinde bu serüveni yaşamak istiyorlardı. İlk 15- 20 kadarını bahçeli bir evde oturan yeğenim Zeynep Uygun’a verdik. 2 fide Betül ve Metin Sözen’in bahçesine gitti. Bir miktar fide Prof. Dr. Sedat Tavşanoğlu eliyle Silivri’de bir tarlaya götürüldü. Bizim oturduğumuz apartmanda, komşumuz Pembe Candaner’in balkonunda saksılar var. Pembe Hanım’ın bir arkadaşı Bodrum’a götürmek üzere bir fide aldı. Diğer dostlarla birlikte İstanbul içinde çeşitli semtlerde şu anda 20 dolayında evde pembe domates yetiştiğini söyleyebiliriz. 2 fideyi komşularımızdan Elif ve Tamer Arıkan çifti, İznik’te “damla sulamalı” bir bahçeye diktiler. 30-40 kadarı, Metin Varol’un Tekirdağ yakınlarındaki tarlasına ekildiler. Bir o kadarı da -yine eski Milliyetli’lerden- Hümeyra Özalp ve heykeltraş Rasim Konyar tarafından “evlat edinildiler” ve onların Şile’deki çiftlik evinin bahçesindeler şimdi.
  • Y.A.- “Baba evinden” ayrılan pembe domateslerin gelişimini takip ediyor musunuz, nasıl takip ediyorsunuz?
    A.T-
    Etmez olur muyum! Öncelikle elektronik ortamda “sıkı iletişim” yoluyla takip ediyorum. Fideleri alanlar, gelişmeleri dijital fotoğraflarla görüntüleyip web-kütüğüne konulmak üzere bana gönderiyorlar. Web sitesi dışında bir de e-haberleşme grubu kuruldu. Yakınlarda olanlara da arada uğrayıp bakıyoruz. Pembe domates serüveni on yıldır aynı çatı altında yaşadığımız halde beceremediğimiz “komşuluk” ilişkilerimizi de canlandırdı. Mesela Pembe Hanım ile sıkça buluşup konuşur olduk. “Şehir efsaneleri” gibi “pembe domates efsaneleri” üremeye başladığını gördük bu arada. Örneğin Pembe Hanım’ın Bodrum’a götürülmek üzere arkadaşı için aldığı fidenin hikayesi tam bir alem! Fide önce bir akşam yemeğine katılmış. Yemek boyunca, adeta herkesin yanağından makas aldığı bir bebek gibi, masanın ortasında durup, garsonların hayretli bakışlarına maruz kalmış. Sonra geceyi geçireceği Swissotel’e gitmiş. Sahibinin, sabah uçağa yetişme telaşesi yüzünden odada unutulmuş. Durum Bodrum’da farkedilince, Pembe Hanım telefonla haberdar edilmiş. Sonra derhal Swissotel aranmış ve kat hizmetlileri fideyi bulmuşlar. Fide için “nadide bir bitki fidesi” diye kayıt tutulmuş. “Nadide bitki fidesi” tutanakla sahibine teslim edilene kadar özel bir seranın “özel bakım” bölümüne alınmış. Dün fide bizim apartmana geri geldi. Bu sabah daha fazla açıkta kalmasın diye saksıya diktik. Koruyucu kılıfını geçirdik üstüne. Yarın Bodrum yolcusu bu şehir turu atan fide yine...
  • Y.A.- Bir bakıma “pembe domates topluluğu” oluşturdunuz diyebilir miyiz?
    A.T.
    Evet, diyebiliriz. Sayıca az ama doğaya saygılı ve “kararlı” üyelerden oluştuğu için nitelikli bir topluluk o. Bunun için çok mutluyuz. Bakın topluluk üyeleri neler diyorlar bu konuda:
"Pembe domatesler ile birlikte büyüyecek bu zincir, bizi pek çok nedenle heyecanlandırıyor. Domatesler sayesinde Turkiye'den dünyanın hangi köşesine ne kadar farklı sesler taşınacak kimbilir... Türkiye'nin ve aydın Türk insanının tanıtımına ne renkli bir katkı! Bunun da ötesinde, gittikçe kararan bu ülkede, pembe bir şemsiyenin altında, toprakla gelişen bir gücün
parçası olduğunu bilmek insana umut veriyor...
Hümeyra ve Rasim KONYAR”

“Umarım bu ‘pembe domates hareketi’ her geçen yıl yeni katılımcılar ile büyür ve İstanbul gibi
büyük kentlerde yaşayan bizler bu lezzeti hayatımızın bir parçası haline
getiririz. Cemile USTA

“Apartmanda böylesine bir serüvene girişmek, bana çok uzun yıllar önce, Amerika’da aldığım bir yöneticilik dersini hatırlattı. Yöneticilerin sabırlı olmayı öğrenmeleri ve yol boyunca karşılaştıkları problemleri sabırla çözebilmeyi öğrenmeleri için verilen bu dersi almak da mecburiydi. Bütün bir sömestre boyunca bu derste öğretilenler, bazılarına dışardan bakıldığında çok basit gözükse bile çok zor bir dersti. Bu ders, çeşitli tohumları elde edip, onları ekip, büyümelerini gözlemlemek ve onları yazıya dökmekten ibaretti. Bir çeşit
doğanın bize verdiği çok önemli dersi bize hatırlatmaktan başka birşey değildi. Orada bize öğretilen aslında çok önemli ve basit bir gerçekti: Herşey emek ve sabır ister. Bir şeyi yaşatmak, büyütmek ve ondan meyva alabilmek için, doğumundan itibaren özen ve emek göstermek gerekir. Emek verilmeyen tohumlardan çıkan bitkilerle; emek verilmiş
tohumdan çıkan fidenin farkı çok büyüktür. Bir günde değil ‘pembe domates’ hiçbir şey
yetiştiremezsiniz. Ancak nereden geldiği belli olmayanları bakkaldan satın
alabilirsiniz. Pembe CANDANER (Sabah, “İşte İnsan” köşesinden)"

“Bu arada biz Göcekte haşere mücadelesini arap sabunu-kabartma tozu karışımıyla yaptık. Sonuç şahane değil, tekrar tekrar uygulamak gerekiyor; bu arada bir
arkadaşımdan ‘arap sabunu-tuvalet ispirtosu’ karisimi tarifini
duydum ama henüz denemedim. İşte organik tarım bunun icin çok zahmetli, bunun
için ‘mass production’ konusu degil. Azim, sabır, emek.. Sana ve fideleri evlat
edinen bütün annelere çok kolay gelsin Avniye’cigim, bol şans.. Sizin
deneyimlerinizle gelecek yıl apartman yetiştiriciliğinde önemli bir yol
katedilmiş olacak. Münevver Eminoğlu
  • Y.A.- Sizin bu iki aylık süre içinde domates yetiştiriciliği dışında öğrendikleriniz, veya örneğin hayata dair çıkardığınız dersler oldu mu?
    A.T.-
    Sokrates “Hiç birşey bilmediğimi biliyorum” derken bile “acaba bunu da biliyor muyum” demiş ya, ben de “hayata dair” ne kadar az şey bildiğimi bir kere daha gördüm. En çok da rahmetli Prof. Raci Bademli’yi hatırladım her el atışımda fidelere. Bademli, elle tutulamayan kültürün -ki buna doğal tarım da giriyor- bilgisinin kuşaktan kuşağa aktarılmasını “Kırsal kesim bilgeliği” diye adlandırırdı. Önerisi de “kültür mühendisliği” diye bir disiplin oluşması ve zincirin nerelerde, niçin kırıldığının bilimsel olarak incelenmesiydi. Erken gitti bu dünyadan ne yazık ki o.
    Bugün dünyaya benimsetmeye çalışılan genetiği değiştirilmiş gıdalara “hayır” diyebilmek için yediyüzyetmişaltıbin kilometrekare toprağın üzerinde oturan bizlerin bu toprağın altında ve üstündeki kültüre “evet” demeyi öğrenmesi, onu tanıması lazım önce. “Aklın bilemediğine yürek üzülemez” diye bir sloganı kullanırız ÇEKÜL’ün kimi kampanyalarında bazen. Bu, Erich Fromm’un aşk tanımıyla da örtüşür: “İlgi, sorumluluk, saygı ve bilgi”. Doğadan koptukça kopuyoruz. Doğaya yaklaşmaya çalışırken de onun bilgisini hiç de edinmediğimizi farkedip suçluluk duyuyoruz. Yani ben böyle hissettim en azından. Açığı kapamaya ne kadar çalışsam nafile.

    Bizim serüvene dönersek, bir de şunu iyice gördüm: “Neyi ekersen onu biçersin” kadar “nereye ekersen” de önemli. Toplumdaki fırsat eşitsizliği doğada hayli hayli söz konusu. Bu muhteremlerin sağlıklı büyümesi için bol toprak gerekiyor. Küçük saksılara ve de yan yana ekilenler cılız kalıyor. Günde 8 saat güneş görmeleri lazım. Güneş yoksa iş zor. Sitede şöyle özetlemiştim bunu:

    Sonuç: Tohumların dikildiği kabın boyutu, cinsi, toprak türü ve tohum başına
    düşen santimetrekare toprağa bağlı olarak fideler arasında ciddi bir sınıf farkı
    ve gelişmişlik uçurumu ortaya çıkıyor. Oysa hepsi aynı domateslerin
    çekirdekleriydi...Bu konuyla önceleri "konvansiyonel" bağlamda, son on yıldır
    dijital uçurum ve siber hukuk bağlamında "hemhal" olan bendeniz, fırsat
    eşitliği, altyapı ve üstyapı ilişkisini bir kez de domateslerin geldiği bu
    aşamada ve somut olarak algılıyorum...

  • Y.A.- Olgunlaşan domatesleri neler bekliyor?
    A.T.- Durun, önce o günleri bir “idrak edelim” hele! Eğer başarırsak herhalde afiyetle tadılacaklar önce. Eşle dostla paylaşılacaklar. Yine çekirdekleri saklanacak...
  • Y.A.- Bu günce ne kadar devam edecek, hedefleriniz neler?
    A.T.
    Internet’teki pembe domates kaynaklarını araştırırken Türkçeye “evladiyelik” diye çevirebileceğimiz “heirloom” sözcüğüyle karşılaştım. Bunu türü yokolmaya yüz tutmuş, az bulunan domatesler için kullanıyorlar. Pembe domatesler de bu grupta. Ana vatanı Amerika olarak görülüyor webdeki kaynaklarda pembe domatesin. Rusya’da, Bulgaristan’da ve kimi Akdeniz ülkelerinde yetiştiğinden sözediliyor. Şu ana kadar Türkiye’de de yetiştiğinden sözeden bir kaynağa rastlamadım daha. Eh, biraz kanıma dokunmadı değil bu durum. Bu işler böyledir, bir konuya el atarsınız, sonra ölçek büyür de büyür. Milliyet’ten sonra ben Güneş’te iki yıl süren “Tarihi İstanbul Çeşmeleri Kurtarılmalıdır” diye kampanya yapmıştım. Kampanya bittikten sonra yıllarca insanlar bana “çeşmelerin ablası” muamelesi yaptı. Oradaki buradaki harap çeşmeleri haber verip durdular. Şimdi de “pembe domatesler” benden sorulsun istemiyorum, bu büyük bir sorumluluk ve zaman gerektiren birşey. Ama korkarım, bu kütüğün bir İngilizce versiyonunu da yapacağım. En azından Türkiye’de de olduğu bilinsin diye. Ondan sonrasını henüz planlamadım. “PDA” yani “pembe domates ağı” üyeleriyle birlikte belki bunu uluslararası bir projeye mi dönüştürürüz, bilemiyorum... Zaman gösterecek. Türkçe site yayında kalacak ve bu işe kalkışanlara kolaylık sağlamaya devam edecek...
    Pembe domateslerden sonra başka bir şey yetiştirmeyi düşünüyor musunuz?

    Aman aklıma sokmayın şimdi başka bir şeyi, oturup benim “bilgiye erişim özgürlüğü” ya da “veri saklama hukuku” üzerine 20 bin kelimelik bir tez yazmam lazım Eylül’e kadar. Keşke pembe domatesler ile bu konuyu örtüştüren bir çıkış noktası yakalayabilsem. O zaman bu yükü çok daha keyifle taşırdım...

Hiç yorum yok: