29 Ara 2006

2006

2006'da başımıza gelen en güzel şey: PDA
2006'da en çok üzüldüklerimiz: Aramızdan ayrılan dostlar...

18 Ara 2006

TIME 2006 YILIN İNSANI: "SİZ"


TIME Dergisi 2006 yılı için Yılın İnsanı "SİZ"siniz diyor... Ama bilgi çağına dönüşümde payınız varsa! Hele vatandaş içerikli web yayınlarından biri ya da birkaçı (blog'lar, resim ve video ağları) ile web'de varolduysanız TIME için yılın kişisi sizsiniz...
Lev Grossman'ın kaleminden sunulan seçime göre her ne kadar "herkes yılın kişisi" ise de bir 15 kişi var ki, onlar "daha çok yılın kişisi"! Çoğu genç doğal olarak... Wikipedia'ya 3000den fazla madde yazan "Verilerin Dükü" Simon Pulsifer, FireFox'un yaratıcısı... Ama aralarında OhMyNews.Com yazarı Koreli ev hanımı, Amazon'a 12 bin küsur kitap eleştirisi yollayan Gürcistanlı kütüphanecilik uzmanı Harriet Klausner gibi "50'nin üzerinde" olanlar da var. Keza YouTube ve onun Fransız versiyonu WAT.tv and Dailymotion.com'da videoları rekor kıran rap meraklısı Kamini...
Resme tıklanırsa... hepsi orada!

14 ARALIK 2006, Saat: 16.28

31 Eki 2006

Mehmet Sucu'dan "d" kuşağı


"Bu kuşak başka kuşak"

Mehmet Sucu'nun bugünkü Cumhuriyet'te yazdığı enfes yazıyı okumak için buraya tıklayınız...

(İzin verdiği için Sayın Sucu'ya teşekkürler.)

Resmin kaynağı: TonTon George için Küçük Hikayeler: Dinosor

2 Eki 2006

ÇOK ÖNEMLİ BİR KANUN HAKKINDA...

-AB Uyum yasaları çerçevesinde- şu anda "Tohumculuk Kanunu" görüşülmekte...
Bugünkü Cumhuriyet'te Minibaş'ın yazısı...
"Tohumculuk Kanunu" hakkında Ağaçlar Net'de görüşler...
"Uslu olun, doğru durun" derdi büyüklerimiz...
Ne kadar zormuş, "us"lu olup "doğru" durmak...

3 Eyl 2006

"DUYULMUYOR" SANIYORSANIZ...

Bambaşka şeyler ararken karşıma çıkınca buraya almadan edemedim:

Malcolm Moore in Antalya — Pinocchio, Tom Sawyer and other characters have been converted to Islam in new versions of 100 classic stories on the Turkish school curriculum. — "Give me some bread, for Allah's sake," Pinocchio says to Geppetto …

Antalya'dan Malcolm Moore'un gönderdiği Pinokyo, Heidi ve Huckleberry Finn konusunu önce "Telegraph" haber yapmış... Sonra "MemeOrandum"; ("Political Web") bunu web'e taşımış.
Sonuncuda bu haberle ilgili olarak (ve son ikisi iki hukuk profesörü tarafından) yazılan yorumları görmek lazım...

Bridget / GOP Vixen: PINOCCHIO CONVERTS TO ISLAM
Peter Burnet / BrothersJudd Blog: THEIR SECRET WEAPON — Pinocchio and friends converted to Islam …
Alexandra von Maltzan / All Things Beautiful: Bashing Israel Sells
Ann Althouse / Althouse: Making Pinocchio, Huckleberry Finn, and Heidi into Muslims
Dr. Sanity: ALL THINGS APPEAR TO BE POSSIBLE FOR ALLAH

-Ben rastladığımda sayısı 5 olan- yorumların yer aldığı sayfa: http://www.memeorandum.com/060831/p22#a060831p22

Lawyer Cartoons, Law Cartoons, Lawyer Jokes

Lawyer Cartoons, Law Cartoons, Lawyer Jokes

31 Ağu 2006

"ENFEKTE" BİR İLETİŞİM ÖRNEĞİ: "ENFEKSİYON KAPMAK"

Televizyonda "üzücü" sabah haberleri... "Anjiyo" sırasında "enfeksiyon kaptığından" dolayı ölen hastaların haberi yayında. Yazılı basında da aynı deyim: "...anjiyo olurken enfeksiyon kaptıkları belirtilen"... Daha "ciddi" bir tanesinde: "...Hastanesi'ne sevk edilen hastaların anjiyoda enfeksiyon kaptıkları belirlendi"... Oysa aynı haber metninde olay konu ile ilgili doktorun ağzından nakledilirken doktor "hastanede bir enfeksiyon olduğu iddiası" deyimini kullanmış. Nasılsa bu bozulmadan verilmiş.
"Ajans haberi" diye kimse bakmıyor herhalde içeriğe... Heyhat!

30 Ağu 2006

BİR 30 AĞUSTOS SABAHI SOHBETİ: HARİTA OKUR-YAZARLIĞI

Bu sabah MAT ile İstanbul ve haritalar üzerine konuşurken laf "harita okur-yazarlığı"na geliverdi. "Bilgi-okuryazarlığı" döneminde harita okur-yazarlığını iyi bilenlerin çocuklarının şimdi "Google-Earth"leri mörtleri yaptığına değindik. Sordum:

-İyi de bizim gibi binlerce yıllık kültürün mirasçıları, "250 yıllık kültürlüler"in anladığı bu basit dile niye ilgi göstermemişler acaba?

MAT'ın yanıtı:

-Biz kıble ve keşişlemeye takılıp kaldık da ondan herhalde!

28 Tem 2006

"GELEN POSTA"DAKİ BASKICI MESAJLARDAN BİR TANESİ DAHA OLMAK YA DA OLMAMAK...

Bugünlerde hemen bütün dünyada e-posta kullanıcılarının birbirlerine iletegeldiği mesajlardan biri de Beyrutlu sanatçı Zena el-Khalid'in Lübnan'daki duruma dair yazdığı mektup... Ne var ki artık Zena ikinciyi seçtiğini söylüyor... Öyküsü şurada.

9 Tem 2006

BOYABAT'A BİR EL ATSAK...

Boyabat Endüstri Meslek Lisesi'nden gelen bir mesaj var:

Merhaba
Daha önce sizden; yapmış olduğumuz kütüphane için "Lütfen Bir Kitap" diyerek sizdenkitap istemiştim. Ülkemin duyarlı insanı sayesinde bir ayda 18000 kitap topladık ve kendikütüphanemizin ihtiyaçlarını karşıladık (yardım edenlerin listesi ve kütüphanemizinresimleri www.boyabateml.com adresimizdeki kampanya ile ilgili bölümde yayınlanmıştır)bununla da kalmadık şimdi köy okullarına kitaplık yapıyoruz. Bu nedenle size Ülkeminduyarlı insanına çok teşekkür ederim. Şimdi "yeter duralım" demek vakti değil çalışmayadevam önce kendi okulumuza sonra başka okullara olmak üzere bilgisayar laboratuarlarıkurmak istiyoruz ancak sizlerin bir bilgisayar alması mümkün olmayacağı için sadece birparçasını sizden isteyeceğiz. Eğer kitap gönderemediysen bir bilgisayar parçası gönderinlaboratuarımızda katkınız olsun. Biz her şeyi devletimizden bekleyerek çalışan bireyler değiliz. Ülkemin insanıyla birlikte de okulumuzun ihtiyaçlarını karşılayabiliriz. "Haydi Eğitime Bir Işıkta Siz Yakın"!
Her gönderenin ismi ve gönderdiği malzemeyi web sayfamızda yayınlayacağız.
İhtiyacımız olan Malzeme Listesi (20 Bilgisayarlık):
Parça Adı Özelliği / Açıklama İhtiyaç Miktarı
Ekran 17" LCD -20
Ana kart 775 Intel serisi 20
İşlemci P4 2, 66 veya üstü 20
Bellek 512 DDR bellek.. 20
Sabit Bellek 80 GB Hard disk 20
CD sürücü Combo veya DVDRW 20
Kasa 400W Airduct 20
Klavye F klavye PS/2 20
Mouse Optik Mouse 20
Hoparlör Düşük watlı USB 20
Disket Sürücü 20
Metin ÇALMAZ
Boyabat Endüstri Meslek Lisesi Müdürü
57200 Boyabat/Sinop
mcalmaz@hotmail.com
Tel:03683155645 (Santral) Tel:03683152518 (Direk Hat)
(Not: Lütfen tüm tanıdıklarınıza gönderiniz belki bir yardımseverin eline geçer)

11 Haz 2006

PEMBE DOMATES TÜRKİYE'DE ELBETTE YETİŞİYOR...

Bugün çok kişi telefon ve e-posta yoluyla bize Türkiye'de pembe domatesin yetiştiği yerlerin adresini verdi.
Bunun nedeni ve açıklaması şurada :
TÜRKİYE'DE YETİŞMEZ OLUR MU! (MİLLİYET HABERİNE İLİŞİKİN AÇIKLAMA)

Şu da Yaprak Aras'ın başarıyla kısalttığı söyleşinin ilk hali:

  • Y.A.- Domateslere, özellikle de “pembe domateslere” olan ilginiz nereden geliyor?
  • A.T. - Seviyorum domatesi. Küçüklüğümden beri. Kim sevmez ki? Ama bizim çocukluğumuzun domatesleri kocaman, kıpkırmızı, yumuşak, mis kokulu, lezzetli nesnelerdi. Çekirdekleri ışıl ışıl parıldayan, tutmaya çalıştığınızda elinizden kaçan... Domates sanatçıların da çok ilgisini çekmiş. Yakın geçmişte Milliyet kültür sayfalarına yazdığım haftalık “Web’de Kültür Sanat”ların birini domatese ayırmıştım. Neruda’nın “Domatese Güzelleme”sinin, Picasso’nun “Saksıda Domates”inin, “Katil Domatesler” dizi projesinin v.s. web adreslerini vererek... Domatesin hukuk tarihinde de önemli bir yeri var. “Sebze mi meyva mı” tartışması ile 1893’de ABD’de dava konusu olmuş. “Sebzelik statüsü” mahkeme kararıyla saptanan ilk bitki domates. O yıllarda yürürlükte olan Gümrük kanununun “meyva”ya tanıdığı vergi indiriminden yararlanmak isteyen bir tüccarın açtığı bu davada bilinen tüm sözlükler ortaya dökülmüş. Bilirkişiler botanik olarak domatesin “berry” familyasından bir “meyva” olduğunu kanıtlamak için çırpınmışlar ama yargıç Gray, “meyva olsaydı, yemekten sonra yenirdi” diyerek teknik ve botanik tanımlara değil, hayattaki duruma ve Gümrük kanunundaki tanıma öncelik tanımış!
    Pembe domatesi ben ilk kez Internet’te, “Kaybolan Tadlar” grubundaki yazışmalarda duymuştum. Geçen yıl, arkadaşım Sevinç Baliç iki kere bize onlardan getirdi. İlkini Çanakkale’de bir tarladan, ikincisini Çerkesköy’de kayınvalidesinin kendi eliyle yetiştirdiği bahçeden... Geldiklerinde yeşildiler. Güneşte üç-beş gün bekleyince toz pembe oldular. Harika lezzetleri vardı. Zaten az bulunmasının asıl nedeni de bu. Çarşıya pazara gidemeyecek kadar narin, ince kabuklu, sulu şeyler olduklarından, bunları yetiştirenler kendileri tüketirmiş.
  • Y.A.-Apartmanda pembe domates yetiştirme maceranız nasıl başladı?
    A.T
    .- Sevinç kayınvalidesinin bu domateslerin çekirdeklerini kurutup sonra tekrar dikerek yetiştirdiğini söylemişti. Ben de her iki grup domatesten bir miktar çekirdek ayırıp, kuruttum, buzluğa attım. Birine veririz belki diye. Sonra da unuttum onları. Derken bir başka dostum, ekolojik turizm alanında çalışmak için İstanbul’u terkedip Göcek’e yerleşen Münevver Eminoğlu, Çanakkale’de kurulan bir organik tarım çiftliği projesi için de çalıştığı haberini verdi. Nisan başıydı. “Aman” dedim, “bende şu az bulunan pembe domateslerin çekirdeklerinden var, onu da size vereyim, ekin çoğalsın”! Münevver, “Bizde birkaç çeşidi var zaten, sen onu kendin eksene, şimdi tam zamanı” dedi. “Nasıl olur, İstanbul’da, egzos yoğun bir caddeye bakan apartmanda, hem de pembe domates, nasıl yetişir?” Münevver “bal gibi olur” diyerek bana organik ev bahçıvanlığının ilk ipuçlarını öğretti ve kolları sıvadım. Pek umutlu değildim ama ilk fideler çıkmaya başlayınca bir heyecan sardı beni de Mehmet Tansuğ’u da. Sabah akşam onlarla ilgilendik. Teknoloji geliştirmeye çalıştık. Organik topraktı, kaptı, kacaktı, ön balkondu, arka balkondu derken hayatımızı kapladı pembe domatesler...
  • Y.A. Bu serüveni bir kütük aracılığıyla belgelemeniz ve seyri anlatmaktaki amacınız nedir?
    A.T.
    Benim mesleğim hukuk ve iletişim. Bilgi teknolojileri hukuku alanında uzmanlaşmaya çalışıyorum. İki yıldan beri de Glasgow’da bir üniversitenin bu alandaki “online master” programında öğrenciyim. Bir taraftan da hem bu alandaki iki sivil toplum örgütü hem de ÇEKÜL Vakfı için çalışıyorum. Keza Tarihi Yarımada için Eminönü Platformu’na katkıda bulunuyorum. Dert ettiğim iki temel konu var hayatta. Biri bu ülkenin doğal ve kültürel mirasının doğru korunması. (Eski bir Milliyet’li olarak, bu konudaki ilk çalışmamın 1982-84 yıllarındaki “UNESCO-Milliyet Kültür Mirasımızı Koruma Kampanyası” olduğunu da bu arada belirteyim.) Bunun içine elle tutulan ve tutulmayan tüm ögeler giriyor. Pembe domates dahil!

    İkinci derdim de Türkiye’de bilgiyi “tüketen” değil, “üreten toplum”a geçişin hızlandırılması, bunun hukukunun doğru yaratılması. Bilgi okur-yazarlığının artması. İşte bütün bu anlattıklarımı genellikle Internet üzerinden yapıyorum. “Web-kütüğü” (weblog) bu konuda 2000’li yıllardan beri kullanageldiğim bir teknik. Nitekim tansug.com sitesinde tuttuğum web-kütüklerinin bir dökümü bulunmakta. Bu balkonda domates işine başladığımızda Mehmet ile beraber yaptığımız tüm çalışmaları aynı zamanda görüntülüyorduk. Sonra aklımıza bir web-kütüğü de pembe domates için açmak geldi işte... Bilgi ve deneyleri paylaşmak, hatta bu eylemi bir ağa dönüştürmek için bundan elverişli başka bir yöntem yoktu. http://pembedomates.blogspot.com/ adresindeki kütük şimdi bu işle ilgili herkesin uğrak yeri oldu.
  • Y.A.- Pembe domates fideleri şimdiye kadar kaç kişiye, nerelere ulaştı?
    A.T. -
    İki-üç domatesten yüze yakın fide çıktı. Şaka gibi değil mi? Fideler büyümeye başlayınca eşe dosta vermeye başladık. Evde barınmalarına olanak yoktu. Ayrıca kalkıştığımız işi duyan herkes aynı heyecana kapılıyor, onlar da evlerinde bu serüveni yaşamak istiyorlardı. İlk 15- 20 kadarını bahçeli bir evde oturan yeğenim Zeynep Uygun’a verdik. 2 fide Betül ve Metin Sözen’in bahçesine gitti. Bir miktar fide Prof. Dr. Sedat Tavşanoğlu eliyle Silivri’de bir tarlaya götürüldü. Bizim oturduğumuz apartmanda, komşumuz Pembe Candaner’in balkonunda saksılar var. Pembe Hanım’ın bir arkadaşı Bodrum’a götürmek üzere bir fide aldı. Diğer dostlarla birlikte İstanbul içinde çeşitli semtlerde şu anda 20 dolayında evde pembe domates yetiştiğini söyleyebiliriz. 2 fideyi komşularımızdan Elif ve Tamer Arıkan çifti, İznik’te “damla sulamalı” bir bahçeye diktiler. 30-40 kadarı, Metin Varol’un Tekirdağ yakınlarındaki tarlasına ekildiler. Bir o kadarı da -yine eski Milliyetli’lerden- Hümeyra Özalp ve heykeltraş Rasim Konyar tarafından “evlat edinildiler” ve onların Şile’deki çiftlik evinin bahçesindeler şimdi.
  • Y.A.- “Baba evinden” ayrılan pembe domateslerin gelişimini takip ediyor musunuz, nasıl takip ediyorsunuz?
    A.T-
    Etmez olur muyum! Öncelikle elektronik ortamda “sıkı iletişim” yoluyla takip ediyorum. Fideleri alanlar, gelişmeleri dijital fotoğraflarla görüntüleyip web-kütüğüne konulmak üzere bana gönderiyorlar. Web sitesi dışında bir de e-haberleşme grubu kuruldu. Yakınlarda olanlara da arada uğrayıp bakıyoruz. Pembe domates serüveni on yıldır aynı çatı altında yaşadığımız halde beceremediğimiz “komşuluk” ilişkilerimizi de canlandırdı. Mesela Pembe Hanım ile sıkça buluşup konuşur olduk. “Şehir efsaneleri” gibi “pembe domates efsaneleri” üremeye başladığını gördük bu arada. Örneğin Pembe Hanım’ın Bodrum’a götürülmek üzere arkadaşı için aldığı fidenin hikayesi tam bir alem! Fide önce bir akşam yemeğine katılmış. Yemek boyunca, adeta herkesin yanağından makas aldığı bir bebek gibi, masanın ortasında durup, garsonların hayretli bakışlarına maruz kalmış. Sonra geceyi geçireceği Swissotel’e gitmiş. Sahibinin, sabah uçağa yetişme telaşesi yüzünden odada unutulmuş. Durum Bodrum’da farkedilince, Pembe Hanım telefonla haberdar edilmiş. Sonra derhal Swissotel aranmış ve kat hizmetlileri fideyi bulmuşlar. Fide için “nadide bir bitki fidesi” diye kayıt tutulmuş. “Nadide bitki fidesi” tutanakla sahibine teslim edilene kadar özel bir seranın “özel bakım” bölümüne alınmış. Dün fide bizim apartmana geri geldi. Bu sabah daha fazla açıkta kalmasın diye saksıya diktik. Koruyucu kılıfını geçirdik üstüne. Yarın Bodrum yolcusu bu şehir turu atan fide yine...
  • Y.A.- Bir bakıma “pembe domates topluluğu” oluşturdunuz diyebilir miyiz?
    A.T.
    Evet, diyebiliriz. Sayıca az ama doğaya saygılı ve “kararlı” üyelerden oluştuğu için nitelikli bir topluluk o. Bunun için çok mutluyuz. Bakın topluluk üyeleri neler diyorlar bu konuda:
"Pembe domatesler ile birlikte büyüyecek bu zincir, bizi pek çok nedenle heyecanlandırıyor. Domatesler sayesinde Turkiye'den dünyanın hangi köşesine ne kadar farklı sesler taşınacak kimbilir... Türkiye'nin ve aydın Türk insanının tanıtımına ne renkli bir katkı! Bunun da ötesinde, gittikçe kararan bu ülkede, pembe bir şemsiyenin altında, toprakla gelişen bir gücün
parçası olduğunu bilmek insana umut veriyor...
Hümeyra ve Rasim KONYAR”

“Umarım bu ‘pembe domates hareketi’ her geçen yıl yeni katılımcılar ile büyür ve İstanbul gibi
büyük kentlerde yaşayan bizler bu lezzeti hayatımızın bir parçası haline
getiririz. Cemile USTA

“Apartmanda böylesine bir serüvene girişmek, bana çok uzun yıllar önce, Amerika’da aldığım bir yöneticilik dersini hatırlattı. Yöneticilerin sabırlı olmayı öğrenmeleri ve yol boyunca karşılaştıkları problemleri sabırla çözebilmeyi öğrenmeleri için verilen bu dersi almak da mecburiydi. Bütün bir sömestre boyunca bu derste öğretilenler, bazılarına dışardan bakıldığında çok basit gözükse bile çok zor bir dersti. Bu ders, çeşitli tohumları elde edip, onları ekip, büyümelerini gözlemlemek ve onları yazıya dökmekten ibaretti. Bir çeşit
doğanın bize verdiği çok önemli dersi bize hatırlatmaktan başka birşey değildi. Orada bize öğretilen aslında çok önemli ve basit bir gerçekti: Herşey emek ve sabır ister. Bir şeyi yaşatmak, büyütmek ve ondan meyva alabilmek için, doğumundan itibaren özen ve emek göstermek gerekir. Emek verilmeyen tohumlardan çıkan bitkilerle; emek verilmiş
tohumdan çıkan fidenin farkı çok büyüktür. Bir günde değil ‘pembe domates’ hiçbir şey
yetiştiremezsiniz. Ancak nereden geldiği belli olmayanları bakkaldan satın
alabilirsiniz. Pembe CANDANER (Sabah, “İşte İnsan” köşesinden)"

“Bu arada biz Göcekte haşere mücadelesini arap sabunu-kabartma tozu karışımıyla yaptık. Sonuç şahane değil, tekrar tekrar uygulamak gerekiyor; bu arada bir
arkadaşımdan ‘arap sabunu-tuvalet ispirtosu’ karisimi tarifini
duydum ama henüz denemedim. İşte organik tarım bunun icin çok zahmetli, bunun
için ‘mass production’ konusu degil. Azim, sabır, emek.. Sana ve fideleri evlat
edinen bütün annelere çok kolay gelsin Avniye’cigim, bol şans.. Sizin
deneyimlerinizle gelecek yıl apartman yetiştiriciliğinde önemli bir yol
katedilmiş olacak. Münevver Eminoğlu
  • Y.A.- Sizin bu iki aylık süre içinde domates yetiştiriciliği dışında öğrendikleriniz, veya örneğin hayata dair çıkardığınız dersler oldu mu?
    A.T.-
    Sokrates “Hiç birşey bilmediğimi biliyorum” derken bile “acaba bunu da biliyor muyum” demiş ya, ben de “hayata dair” ne kadar az şey bildiğimi bir kere daha gördüm. En çok da rahmetli Prof. Raci Bademli’yi hatırladım her el atışımda fidelere. Bademli, elle tutulamayan kültürün -ki buna doğal tarım da giriyor- bilgisinin kuşaktan kuşağa aktarılmasını “Kırsal kesim bilgeliği” diye adlandırırdı. Önerisi de “kültür mühendisliği” diye bir disiplin oluşması ve zincirin nerelerde, niçin kırıldığının bilimsel olarak incelenmesiydi. Erken gitti bu dünyadan ne yazık ki o.
    Bugün dünyaya benimsetmeye çalışılan genetiği değiştirilmiş gıdalara “hayır” diyebilmek için yediyüzyetmişaltıbin kilometrekare toprağın üzerinde oturan bizlerin bu toprağın altında ve üstündeki kültüre “evet” demeyi öğrenmesi, onu tanıması lazım önce. “Aklın bilemediğine yürek üzülemez” diye bir sloganı kullanırız ÇEKÜL’ün kimi kampanyalarında bazen. Bu, Erich Fromm’un aşk tanımıyla da örtüşür: “İlgi, sorumluluk, saygı ve bilgi”. Doğadan koptukça kopuyoruz. Doğaya yaklaşmaya çalışırken de onun bilgisini hiç de edinmediğimizi farkedip suçluluk duyuyoruz. Yani ben böyle hissettim en azından. Açığı kapamaya ne kadar çalışsam nafile.

    Bizim serüvene dönersek, bir de şunu iyice gördüm: “Neyi ekersen onu biçersin” kadar “nereye ekersen” de önemli. Toplumdaki fırsat eşitsizliği doğada hayli hayli söz konusu. Bu muhteremlerin sağlıklı büyümesi için bol toprak gerekiyor. Küçük saksılara ve de yan yana ekilenler cılız kalıyor. Günde 8 saat güneş görmeleri lazım. Güneş yoksa iş zor. Sitede şöyle özetlemiştim bunu:

    Sonuç: Tohumların dikildiği kabın boyutu, cinsi, toprak türü ve tohum başına
    düşen santimetrekare toprağa bağlı olarak fideler arasında ciddi bir sınıf farkı
    ve gelişmişlik uçurumu ortaya çıkıyor. Oysa hepsi aynı domateslerin
    çekirdekleriydi...Bu konuyla önceleri "konvansiyonel" bağlamda, son on yıldır
    dijital uçurum ve siber hukuk bağlamında "hemhal" olan bendeniz, fırsat
    eşitliği, altyapı ve üstyapı ilişkisini bir kez de domateslerin geldiği bu
    aşamada ve somut olarak algılıyorum...

  • Y.A.- Olgunlaşan domatesleri neler bekliyor?
    A.T.- Durun, önce o günleri bir “idrak edelim” hele! Eğer başarırsak herhalde afiyetle tadılacaklar önce. Eşle dostla paylaşılacaklar. Yine çekirdekleri saklanacak...
  • Y.A.- Bu günce ne kadar devam edecek, hedefleriniz neler?
    A.T.
    Internet’teki pembe domates kaynaklarını araştırırken Türkçeye “evladiyelik” diye çevirebileceğimiz “heirloom” sözcüğüyle karşılaştım. Bunu türü yokolmaya yüz tutmuş, az bulunan domatesler için kullanıyorlar. Pembe domatesler de bu grupta. Ana vatanı Amerika olarak görülüyor webdeki kaynaklarda pembe domatesin. Rusya’da, Bulgaristan’da ve kimi Akdeniz ülkelerinde yetiştiğinden sözediliyor. Şu ana kadar Türkiye’de de yetiştiğinden sözeden bir kaynağa rastlamadım daha. Eh, biraz kanıma dokunmadı değil bu durum. Bu işler böyledir, bir konuya el atarsınız, sonra ölçek büyür de büyür. Milliyet’ten sonra ben Güneş’te iki yıl süren “Tarihi İstanbul Çeşmeleri Kurtarılmalıdır” diye kampanya yapmıştım. Kampanya bittikten sonra yıllarca insanlar bana “çeşmelerin ablası” muamelesi yaptı. Oradaki buradaki harap çeşmeleri haber verip durdular. Şimdi de “pembe domatesler” benden sorulsun istemiyorum, bu büyük bir sorumluluk ve zaman gerektiren birşey. Ama korkarım, bu kütüğün bir İngilizce versiyonunu da yapacağım. En azından Türkiye’de de olduğu bilinsin diye. Ondan sonrasını henüz planlamadım. “PDA” yani “pembe domates ağı” üyeleriyle birlikte belki bunu uluslararası bir projeye mi dönüştürürüz, bilemiyorum... Zaman gösterecek. Türkçe site yayında kalacak ve bu işe kalkışanlara kolaylık sağlamaya devam edecek...
    Pembe domateslerden sonra başka bir şey yetiştirmeyi düşünüyor musunuz?

    Aman aklıma sokmayın şimdi başka bir şeyi, oturup benim “bilgiye erişim özgürlüğü” ya da “veri saklama hukuku” üzerine 20 bin kelimelik bir tez yazmam lazım Eylül’e kadar. Keşke pembe domatesler ile bu konuyu örtüştüren bir çıkış noktası yakalayabilsem. O zaman bu yükü çok daha keyifle taşırdım...

33.YIl...

!...

9 Haz 2006

PES VALLAHİ!

Elektronik postadan neler çıkmaz? SPAM'ın, tele-3kağıtçılığın, e-parazitin allahını gördük de böylesini ilk kez görüyoruz:

Merhaba.
Ben firma isci, biz taperik calisma arkadasi. Bizim firma XVZ alisveris yapmak, bize lazim finans temsilci.
Talep:1. Bilme bilgisayar(E-mail)
2. Bos vakit (gunde 3 saat)
3. 18 yas
Bizim finans temsilce olmak icin size lazimdi bank hesap sizin bolgede.Biz alisveris holding sirketi. Bizim bas ofismiz Ukraynada.Bizim biznes kural benzeyis MLM (multi-level telemarketing) sirketi. Amabizim finans temsilciecne luzim dey satmak, siz sirf teslim almak odeme ve vermek bizim ofise. Sizin aylik olagak 5% devirden, birde 1000 USD her ayin nihayetYazin bize, biz size anket genderegek.
Sag ol.
Karsilik gendermek buraya: ....@...

23 May 2006

Dürüstlük, Sevgili Çocuğum

 Posted by Picasa

AĞLATAN MAKALE

21. yüzyıl Türkiye'sinde bir Mayıs sabahı, gazetede "dürüstlük" hakkında bir makale okurken ağlayacağım hiç aklıma gelmezdi... Ama ağladım...

15 Mayıs sabahı Cumhuriyet'te, Erdal Atabek'in "2000'Lİ YILLARDA" köşesindeki "Dürüstlük, Sevgili Çocuğum" başlıklı yazıya takıldı gözüm. Tam da o gün -artık ne yazık ki herkes için bu kadar da kolayca söylenemeyen- "dürüstlük timsali" bir dostu, Av. Derviş Parlak'ı uğurlayacaktık. Yazıyı okudukça, sanki Derviş'in oğluna bıraktığı bir veda mesajını okuyormuşum gibi geldi bana... Bu kadar beklenmedik bir anda gideceğini bilseydi ve birşey yazsaydı sanki o da bunları söylerdi...

Bir nedeni buydu ağlamamın.

İkincisi daha genel. Öyle bir değerler karmaşası içinde ki toplum, "dürüstlük" ile "enayilik" özdeşleşmiş, "ağızdan dolma tüfek" misali yarım yırtık edinilen bilgilerle "piyasa"ya çıkmış çoluk çocuk ahkam kesiyor, ortalık herşeyin "uzman"ı ile dolu, "bizim kuşak"tan bile görüşlerini "esnetmiş", kafası karışık kuşaklara "kuyrukçuluk" yapabilenlere rastlamak hiç imkansız değil, dürüstlük mürüstlük, ilkeli olmak, etik davranmak, bu gibi kavramlardan söz etmek artık "demode".

"-Ama çok başarılı satıyor kendini yani, bunu kabul et!" Peki edeyim.
"-Fakat helal olsun adamlara, güzel dolduruşa getirdiler etrafı, hem de acaip para kazandılar, bunu kabul et!" Pekala. Siz öyle istedikten sonra...

Böyle bir kesitte sen Erdal Atabek kalk, dürüstlüğün bilimsel ve etik tanımını bu kadar güzel yap. "Özdeğer, özsaygı ve özgüven" ilişikisini koy ortaya. "Özgüven temelsiz bir böbürlenme değildir", "Temelsiz bir böbürlenme, değersizliğini örtmeye yarayan bir özgüven taklididir" de! "Ahlaksal zeka" de, "dürüstlük bu ahlaksal zekanın birinici ilkesidir" de. İşte bir de buna ağladım. İnsan olmanın bu kadar temel bir gereği, yeniden açıklanmak durumunda... Bunu yapan Atabek de çok incelikli davranmak zorunda hissetmiş kendini ve harika bir içerik çıkarmış ortaya... Öyle "kritik" bir konu ki en ufak bir hamaset kaldıracak lüksü yok. Bunu da okuyup etkilenmezse kişi, bir daha öldür allah "dürüstlük"ten söz edilmeyecek gibi halimiz...

Cumhuriyet web sitesinden ücretli üyelik ile okutuyor içeriği hala biliyorsunuz. Atabek'in sitesinde de henüz bu yazı yok (Bence lütfen konulsun oraya da). O yüzden yazıyı tarayıp yukarıya koyuyorum. Üzerine tıklarsanız çok güzel okunuyor. Bunun bir "hukuk ihlali" sayılmaması için de şimdi gazeteden ve Sayın Atabek'ten izin isteyeceğim! "Dürüstlük" konusundaki bir içeriğin ücretsiz ve izinsiz okunmasına karşı çıkılacağını sanmamakla birlikte... Neme lazım. Ben önlemimi alayım yine de.

18 May 2006

"GOOGLE NEWS"DAN BUGÜNE BİR BAKIŞ


"This is the September 11 of the Turkish Republic," wrote Ertugrul Ozkok, chief columnist for Hurriyet, a secular daily paper. "One of the main pillars of the regime, justice, was hit. This is an attack against all of us." (Kaynak: Reuters)

4 May 2006

VAPURLU DEMOKRASİ

Sayın Arif Çağlar Göndermiş aşağıdaki mesajı:
---------------
Vapurlu Demokrasi
Bir demokrasi aldatmacası olarak vapur seçimi



"Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası başladığında haklı olarak bu hareketin demokrasiyle ilişkisine değinenler olmuştu. İBB ve İDO'nun "Haydi İstanbul vapurunu seç!" aldatmacası demokrasinin bir yutturmaca olarak nasıl tezgahlanabileceğini gösteren çok güzel bir örnektir.

Bundan bir yıl kadar önce İDO'nun "vapurlar eskidi, onların yerine deniz otobüsü işleteceğiz, vapurlar artık nostaljik ve turistik seferlere çıkacak" açıklaması üzerine "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası buna karşı çıktığı zaman sorulan ilk sorular şunlar olmuştu: İstanbul'da kentiçi deniz ulaşımı için yapılan plan nedir? Bu planlar hangi karar ve gerekçelerle yapılmıştır? İlan edilen deniz otobüsü satın alımı ihaleleri için ayrılan bütçe nedir, bu planın fizibilitesi var mıdır ve maliyeti nedir?

Bu sorular İDO gibi kamu hizmeti veren ve İBB gibi kamu kuruluşu olan kurumların soru sorulmasına gerek kalmadan herkese açıklamak zorunda oldukları konulardır. İşlerin böyle yürümediğini biliyoruz ama temel sorunun bu olduğunu da bildiğimiz için soruyu İstanbul Mimarlar Odası avukatları aracılığıyla İBB ve İDO'nun ilgili makamlarına sorduk. Bugüne kadar yanıt alınmış değildir. Bugüne kadar İDO ve İBB'nin bu konuda yapmış olduğu hiçbir açıklama da yoktur.

İBB yönettiği çok büyük bir bütçeyle elinde çok büyük güç olan bir kuruluştur, üstelik ticari bir kuruluş değildir, bir kamu kuruluşudur. Herkesin ortak gücünü herkesin çıkarına en iyi şekilde yönetmekle yükümlü ve bundan sorumlu bir kuruluştur. Demokrasinin temel ilkesi kuvvetin ve özellikle herkesin ortak olduğu kuvvetin herkes tarafından denetlenebilmesi ve bu kuvvetin kullanımında herkesin söz söyleyebilmesi, eleştiri yapabilmesidir. Başta devlet kuruluşları olmak üzere yerel yönetimler ve diğer kamu kuruluşlarının denetimi, bu denetimin kolaylığı, yani bu kuruluşların işleyişlerinin, bütçelerinin, karar alma şekillerinin ve kararların gerekçelerinin saydamlığı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Toplumun en büyük ortak gücünü yöneten kamu kuruluşları aldıkları her kararda bu saydamlık ilkesinin gereklerini yerine getirmezlerse ve hele bunu sorulan soruları yokuşa sürmek v.b. yollarla engellerlerse demokrasinin üzerine oturduğu en önemli temel sarsılmış demektir. Bir takım "devlet sırrı", "milli çıkarlar için gizli", "askeri ve stratejik önemi haiz" v.s. gibi denetlenmesi ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bırakılmış konular değil burada sorgulanan, bir belediyenin hesabını vermekle yükümlü olduğu, hiçbir sır ve savunma stratejisiyle ilgisi olmayan hizmetler.

Diğer bütün hizmetler bir yana burada çok somut İstanbul kentiçi deniz ulaşımı söz konusu. İBB ve İDO bu konuda önümüzdeki 5-10 yılı kapsayacak programı gerekçeleri ve bütçeleriyle birlikte açıklamak zorunda, böyle bir plan ve programı yoksa da bu plansız harcamaların hesabını vermek zorunda. Eğer bir planı, bir programı varsa bunu hangi kriter ve gerekçelerle oluşturduğu ve hangi karar süreçlerinden geçirdiğini açıklaması gerekir. "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası da temelde bunu istiyor ve bu da demokrasiye inanmış her vatandaşın en doğal hakkıdır, en doğal hak olmanın ötesinde her demokratik kamu yönetiminin ancak bu şekilde işleyebileceğini biliyor olmakla ilgilidir.

Ülkemizde demokrasi kavramını, demokrasi kültürünü sadece sandık, seçim, oylama olgusuna indirgeyen görüş ne yazık ki en geleneksel, en yaygın görüştür. Seçimle herkese ait kamu gücünü yönetmek için tayin edilmiş kişilerin yönetim ve kararları basın, medya ve yasalarla denetlenemezse demokrasilerin diğer bir olmazsa olmaz ilkesi olan seçimler sadece bir demokrasi aldatmacasına dönüşür. Demokrasi seçilenin seçmen tarafından denetimi ve seçilenin eline verilen yetkilerin ancak seçimle ve yasalarla onun elinden alınabilir olmasıdır. Bu temel ilke sadece belli aralıklarla seçim yapmak olmadığı gibi her konunun oylanabilir olması da değildir.

Şimdi İstanbul kentiçi ulaşımı için hiçbir program açıklamayan bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi yarım yamalak bir vapur silueti referandumu aldatmacasıyla demokrasi havariliğine soyunuyor. Orta ve uzun vadeli program, bütçe, ihale, karar ve gerekçe açıklamak bir yana bir yılı aşkın bir zamandır İBB ve İDO vapurlar ve deniz otobüsleriyle ilgili çelişkili açıklamalar yapmakta ve hepsinin ötesinde "vapurlar kaldırılıyor, deniz otobüsleri geliyor" gibi bir hava yaratılırken vapur ve deniz otobüsü hatları motorculara devredilmekte. Ulaşımda toplu taşıma ilkesini minibüslere terk eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Çelişkili ve aldatıcı beyanlar yetmiyormuş gibi İstanbul halkı vapur seçimiyle oyalanırken gerekçe ve fizibiliteleri asla açıklanmayan bir plan ya da plansızlık kararıyla deniz otobüsü alımı yapılıyor ya da yapılmak üzere ve bu karar resmen açıklanmıyor, laf arasında beyan ediliyor. Kimden hangi ihaleyle, hangi para ve borçlanmayla, hangi işletme bütçesi ve hesabıyla ne satın alıyoruz? Denetleme ve bunun sonucunun yaptırımları olmadıkça oylama da yapsanız, hangi yolla olursa olsun kararlara katılım da sağlansa nafile: plan ve hesabı sorulamayan yönetimlerle şaibelerden, ahbap-çavuş ilişkilerinden, dolaylı-dolaysız rüşvet ve yolsuzluktan arınmış demokratik bir yapı kurulamaz.

Ayrıca İstanbul'un belediye yönetimleri alınan kararları uygulamadan sürekli karar değiştirmekle ve bunun da hesabını vermemekle ünlüdür. İstanbul için yapılan planlar daha yürürlüğe koyulmadan rafa kaldırılır, halkı uyutacak göstermelik yeni planlar yapılır. "Plan yapıyoruz, işi bilenlere soruyoruz" sözlerine de artık kimse inanmıyor. İstanbul gibi devasa bir kent Brecht'in alaya aldığı gibi "bir plan yap, nasılsa yürümez, bir plan daha yap, ikisi de işlemez" ilkesine göre yönetiliyor. İşin can alıcı noktası bunun sorumlusu olması gereken seçilmiş kişilerin her türlü sorumluluk ve hesap vermekten azade padişahlar gibi karar verebiliyor olmaları. Bu ülkenin yasaları var, savcıları, avukatları, hakimleri var. Herkese ait bir zenginliği bu denli plansız ve hesapsızca harcayıp izzet ve ikbal içinde yaşamak nereden çıktı?

150 yıllık bir geleneğe ve dünyanın belki de en büyük kentiçi açık deniz tecrübesine sahip Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ni önce en elzem yatırımları keserek yoksullaştır, neredeyse işlemez hale getir, sonra özelleştirme gibi dahiyane bir buluşla bedavadan İDO adında TDİ benzeri bir şirkete topyekün devret ve elindeki mal, mülk, bina, vapur, tersane ve hepsinden önemlisi yıllarca bu işletmelerde emek vermiş insanları ve onların birikimini ve tecrübesini dağıt ve yok et. Bunun bu ülkede hesabını kimse sormazsa meydan demokrasilere değil yağmalara kaldı demektir. Kurulduğu günden beri İDO'nun herkesin vergi parasını çarçur edişinin hesabı da verilmedi, şimdi yapılan işlerin hesabı da yok, planları ve programları da açıklanmış değil. Böyle olunca hiç kimse hiçbir şeyden sorumlu değil ama milletin parasını, her türlü ortak birikimi ve zenginliği istediği gibi dağıtıp harcamaya memur. Kamu yönetimi böyle olmaz, kamu maliyesi böyle olmaz, kamu için yapılan her iş kamu tarafından denetlenebilir ve seçilenler yaptıkları işlerden sorumlu tutulur olmadıkça demokrasi de olmaz.

Demokrasinin Demirel'in bu ülkeye yerleştirdiği "226'yı bulan her şeyi yapar" zihniyetinin ötesinde bir şey olduğunu anlamak gerekiyor. Özellikle kamu işleyişi ve çıkarlarının en önemli denetim araçlarından biri olan basın ve medyanın referandum aldatmacası gibi tezgahlanan bir oyuna gelmeden meselenin özünü gündeme getirmesi gerekiyor. Yüzyıl kadar önce "memlekete hürriyet geliyor" denilince İstanbul'da halk "hürriyet"i görmek için sanmak böyle bir arızanın devamı olsa gerek.

Arif Çağlar

http://www.vapurumuvermiyorum.org/

29 Nis 2006

SİRKE DEYİP GEÇME...

Türkiye'de ilk sinema reklam filmlerinden bir olan "Rıdvan Umay" reklamlarının esprili öyküsünü ilk kez Gürel Yontan'dan duymuştuk. Şimdi de televizyonda "Kemal Kükrer" sirke reklamları başladı. Üç kez tekrarlanıyor "Kemal Kükrer" adı... Web sitesi de var: http://www.kemalkukrer.com.tr/ana.asp ...

26 Nis 2006

VAPURLARA OY VERME DURUMU

-Benim favorim-

"Vapurlarımızı Vermiyoruz!" dedikti...
Bu konuda yaşanan ilginç gelişmeler, açılan sorular, verilen yanıtlar "burada"...

23 Nis 2006

PEYNİR SANATI

Dur yolcu!
"Peynir" deyip geçme!
"Mandıra tabir ettiğimiz" olgunun hayli ötesine taşınmış olay:



Cheese Art 2006, Biennal event of Culture and Science of Traditional Ragusa, Castello di Donnafugata - 27 June– 2 July 2006

Women‘s Role in the Development of Emerging Countries Dairy productions of Mediterranean Countries, celebrates the fifth edition, that will take place to the Donnafugata Castle from the 27th of June to the 2nd of July. The main purpose is the valorization of Production System and of theDairy and Agricultural food Products of Mediterranean countries. Not only products but the man that produces them, which harmonizes and dominates the natural biodiversity factors tied to the production territory. The territory with its tradition, the usages and customs, the landscapes, its rural architecture, in synthesis its reception. So the Renaissance of Territory through the Renaissance of Taste.

CoRFiLaC after researches and analyses, has decided that the main characters of Cheese Art 2006 will be “Women, Youth and Old people“.
In details:• Women’s role in the development of Emerging Countries: “Wisdom”• Young’ role, Consumers of Third Millennium: “Hope”• Old people’ role, Main Consumers of nowadays: “Experience Organizing Secretary,
Phone +39(0)932.660.413,phone/fax+39(0)932.660.436
info@cheeseart.com

8 Mar 2006

"AJANA GÖZLÜK" KAMPANYASI- Belçika

SABAH - 08/03/2006 - Kacıs reklam konusu oldu

Bahsi geçen "Pearle" gözlük/optik firmasının reklam ajansı bu gibi sanki ama böyle bir kampanyadan sözetmiyor... Buna karşılık "PUB"da reklamın haberi var...
Bu da Belçika'lıların gözlük konusundaki eğilimleri:

The study carried out by TNS Dimarso at the request of Pearle Opticiens showed Belgians opt for long-lasting, functional specs rather than treating them as fashion items.
More than half the population needs glasses (53 percent), with 35,000 new customers heading to opticians every year. However, the TNS Dimarso results show opticians’ turnover nevertheless shrank by 2 percent last year. The problem is that Belgians hang on to their glasses for at least four years before getting a new pair. They tend to replace them only when they have been broken or lost... At least 60 percent of those who buy glasses in Belgium are over 50 years old, meaning opticians should be catering to an older market.
Twelve percent of customers under 35 are opting to wear contact lenses instead of glasses.

Kaynak: Expatica.com

Ne denir? Reklamcılar ve kendini reklam edenler için zaten herşey "malzeme" değil mi? İzlemek ve şaşırmak... Diğerleri para kazanırken, bize düşen bu. Bunu buraya yazmak bile onların daha çok para kazanmasına yarıyor aslında. (Yoksa yazacak çok konu var!) Ama bu reklam firması hangisiyse iyi dalga geçmiş milletiyle bir yandan. Bizde olsa izin verilir miydi böyle bir reklama? Kimbilir?

4 Mar 2006

WEB'DE MIMAR SINAN'A SPONSOR GEREK:

Dünya mimari sanatının büyük ustalarından Mimar Sinan için sponsor aranıyor..."Boyutların Ötesinde Anılan: Koca Mimar Sinan" başlıklı proje kapsamında tüm dünya internet kullanıcılarının hizmetine sunulacak, özgün görüntüler ve akademik bir içerikle özel bir internet portalı hazırlanıyor. Projenin gerçekleşmesi için ise projenin ruhunu benimseyerek sponsorluğunu yapacak kişi, kurum ve kuruluşlardan destek bekleniyor.

Hurriyet Kültür Sanat
Ayrıntılı bilgi için: http://www.crea-factory.com/mimarsinan/

"ŞERPA"LAR DA "FAKE" ISE ??!!

Hadi Uluengin "Şerpa" -bir tür "kılavuz"-kavramını anlatıyor:
Hurriyet'te... Bu da Nepal'li bir Şerpa'nın hikayesi...
"Kılavuz" sahteci ise işler zor.
"Karga"lara çamur atan deyişteki gibi gibi: "KILAVUZU KARGA OLANIN BURNU..."
Ama günümüzde kargalar öyle bir reklam kampanyası uyguluyor ki, vay halimize...

26 Şub 2006

Akademisyenlerden yerel basına

Akademisyenlerden yerel basına ücretsiz yorum ajansı
Yerel basının yazar sıkıntısı çektiğini düşünen akademisyenler internet ortamında ajans kurdu. Ajans ‘yerelnet.gazi.edu.tr’ adlı site bünyesinde hizmet veriyor.
Yerelnet’in kurucusu Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Korkmaz Alemdar, üniversite camiası olarak çeşitli konulardaki görüşlerini toplumla paylaşma konusunda sıkıntı yaşadıkları için böyle bir proje geliştirdiklerini söylüyor. Yerel gazetelerin de yazar sıkıntısı çektiğini anlatan Alemdar, “Sistemle birlikte hem akademisyenler kendilerini anlatabilecek hem de yerel basın yazar sıkıntısı çekmeyecek.” diyor. İktisat, sağlık, eğitim, hukuk, iletişim, kültür, spor gibi bütün alanlarda çok sayıda uzman akademisyen olduğunu vurgulayan, basın kuruluşlarının yazı sipariş edebileceğini dile getiren Alemdar, köşe yazısı formatında sıkıntı yaşayan akademisyenlerin bu sorunu aşacaklarını belirtiyor.
Kaynak: ZAMAN

"Milli hassasiyet tercümanları"

Ahmet İnsel: Milli hassasiyet tercümanları

Radikal'de Hasankeyf

Yine Hasankeyf:
Radikal- İbrahim Günel

4 Şub 2006

HASANKEYF v DISNEYLAND


Hasankeyf'e Disneyland projesi:

Bugünkü Referans Gazetesinde ana haber:
"100 asırlık Hasankeyf Disneyland'a gömülüyor!"

Bu fotograf da haberde bahsi geçen rapordan...

22 Oca 2006

KELKİT HAVZA BIRLIGI - İSTANBUL TOPLANTISI

Varolmak mı varlıklı olmak mı?

Dün proje İstanbul basınına anlatıldı...
Ayrıntılar burada: http://www.cekulvakfi.org.tr/icerik/haberDetay.asp?ID=321
“...Biliyorum; günümüzün yaygın kültürün temsilcileri, bizlerin bu çabalarını “müstehzi bir edayla” karşılıyorlar. Ama gene biliyorum ki, geleceğin kalıcı değerlerini, yaşama sevincini yine değişik illerden kopup gelen bu insanlar sağlamaktadır. Çünkü burada her kesim var. Çünkü burada bilim çevrelerinden insanlar var. Çünkü burada unuttuğumuz dayanışma gücüne inananlar var. Hiç kuşkusuz bu, bazıları için unutulmuş bir düştür. Bizlerin “düşü ve gücü” gerçeklere dayanmaktadır.
Dilerim, ülkemizde herkesin düşü bu kadar gerçek olsun…
Dilerim, kendinize güvenen yeni bir yaşam biçimi, geleceği sağlam temellere dayalı kılsın…
Dilerim, bu İstanbul Buluşması, Anadolu’ya gerçek desteklerle donanarak yansıma olanağı bulsun…
Dilerim, bilinçli heyecanınızı ve azminizi hiçbir engel durdurmasın…
‘Para her zaman zenginlik değildir’. Üretilen nitelikli yaşam, hem uygarlık, hem zenginlik, hem de kalıcılık demektir.
Çabanız daim olsun.”

diyen Metin Hoca’nın konuşması da şurada: http://www.cekulvakfi.org.tr/icerik/haberDetay.asp?ID=320
Rahmetli Tuncer Üney de anıldı toplantı başlarken...

Neden mi “havza”?
Şundan dolayı: http://www.cekulvakfi.org.tr/icerik/haftaninYazisi.asp?ID=48