2 Mar 2007

İSTANBUL TURİZMİNİN YAKIN GELECEĞİ

Mehmet Ata TANSUĞ


İstanbul turizminin son beş yıllık dönem için, sayısal tarifi "4,5-5 milyon" aralığında ve "ülkeye gelen yabancıların %23-24'ü" olarak verilebilir. Bu sayılar uzun zamandır çeşitli nedenlerden dolayı aşılamıyan bir gerçek durumundadır. Bu gerçeğin aşılması konusunda ciddi bir çabanın olduğu da söylenemez. İstanbul'un "tanınırlığı" özgüveni üstüne kurulu içine kapalı ekonomi dönemi yaklaşımı ne kamu sektöründe ne de özel sektörde değişmiştir. Bu değişikliğin olmama nedenlerinden en önemlisi herhalde gerçek anlamda ekonomik getirinin önemsenmemesinden kaynaklanmaktadır.

Bürokrasinin "Nasıl olur, nasıl önemsenmez?" tarzındaki "refleks itirazları" ile üstesinden gelinemiyecek bir ihmalin açık şekilde önümüzde durduğunu görmemiz gerekir. Bu ihmalde en önemli etken, değişimi algılamayan sektör mensuplarının "uyku halidir". Devletin turizm gelir kaynağı olarak, kıyılara yönelmesinin ardından, unutulan şehir turizmi ve dolayısıyla ‘’İstanbul turizmi", kıyılarda oluşan, ilk krizde tekrar hatırlanmışsa da günümüz yaklaşımlarına uygun ‘’rekabet’’ koşulları gereği alt yapı eksiklerinin tamamlanması sonucu ancak bir işe yarayabilir.

Bu konuda bir örnek dahi durumu kolayça açıklığa kavuşturacaktır. Yakın zamana kadar paket turlar ile satılma alışkanlığı olan şehirler, günümüzde "uçak+otel" formülüyle satılabilmektedir. Kısaca pazarlama kanalı değişmiştir. Daha doğrusu sanayi toplumu pazarlama teknikleri, hızlı bir şekilde bilhassa bu sektörde bilgi toplumu araçlarını kullanır duruma gelmiştir.

Sektör işletmelerinin taşıdığı KOBİ ve aile işletmesi yapısal özelliklerinin getirdiği engellerin aşılması için, iç dinamiklerin harekete geçirilme zorunluğu var. Bu zorunluluk "dernek" seviye ve görüş açısıyla maalesef aşılamamaktadır. Bu noktada aşılamayan sadece İstanbul'un kırk yıllık "potansiyellikten kurtulamayan" turizmi değil, bir türlü harekete geçemeyen, "birden fazla" ekonomik faaliyetin oluşturacağı değerlerdir.

Şehir turizminin rekabet ortamında öne çıkmasını sağlıyan faktörlerin fiyat rekabeti dışında neler olduğu bilinmeli ve sürekliliği sağlanmalıdır. Bu noktada devreye "3E" girmektedir; kıyı turizminin "3S"sinde olduğu gibi, bu unsurların birinde aksama olduğunda işlerden verim alınamadığı görülmüştür.

"3E" açılımı; "Education": "Eğitim/kültür, "Entertaintment" (eğlence-yeme içme dahil), "Enthusiasm" : "Heyecan, ilgi, çoşku" bu kısaca kıyı turizmine ("sea, sun, sable")denk düşen asgari koşul tarifinin karşılığıdır. Şehir turizminin "3E" faktörlerinin ötesinde
Kongre, alışveriş, spor, sağlık vs. birçok alt başlıkları da olduğu bilinmektedir. Bu turizm manivelalarının tamamına yakının kullanılmadığı şehir, bölge veya destinasyonlarda, turizmin "T"sinin dahi sektörel faaliyet olmadığı yaygın olarak bilinmektedir. Tarihi veya doğal değerlerin rüzgarına dayanan yaklaşımlarla günümüzde turizm faaliyeti yürütmeye çalışmak "amatör’’deyimine dahi layık görülmemektedir.

Günümüz turizmi şehir, bölge veya destinasyon esaslı pazarlama ve bunun rekabetçi tutum ile sürdürülmesi demektir. Bu gerek merkezi yönetim gerekse yerel yönetim bürokrasinin kendi başına karar alma veya yönetme tekniklerini kullanmasıyla "imkansız"ı işaret etmektedir.

Günümüzün "iyi yönetim" yaklaşımları kamusal yetki alanın özel sektör ile işbirliğini zorunlu kılıp, yeni modelleri hayata geçirme üzerinde birlikte çalışma ve araştırılma yapılmasını gerektirmektedir. Modeller, sektör temsilcilerinin sivil toplum yaklaşımının ötesinde birlikte çalışma koşullarını zorunlu kılmaktadır. Günümüzde kamu yaklaşımı, bürokrasinin hakimiyetinin ötesinde, işi "yapanlar"ın ve "bilen"lerin yürütmede ortak olduğu yaklaşımlara uygun şekillenmektedir.

İstanbul'un, gerçekten turistik bir cazibe merkezi olması isteniyorsa, turizmin ekonomik faktör olarak ülkeye artı değer katkısı bekleniyorsa kısa dönem yol haritalarında aşağıdaki yaklaşımlara önem verimelidir:

* İstanbul turizminin uluslararası areneda başarı araması zorunlu ise vilayet, belediye,
ticaret odası, sektör ve yerel STK temsilcileri hatta bu konuda yararlı olacağına inanılan fertlerin dahil olduğu karar alıcı ve yürütücü "koordinatör" bir kuruma gerek vardır.

* 2010 Kültür Başkenti Projesi'nin önemli bir yönü olan "kültürün İstanbul yaşamında yaygın biçimde yer alması" ögesinin, günümüz şehir turizminin önemli bir unsuru olduğu da hatırda tutulmalıdır. Bu açıdan 2010 için kurulacak yapı, orta vadede şehir tanıtımı ve turizmi ilintili ekonomik işlerinin süreklilik kazandığı bir kurum olarak devam etmelidir.

* Yukarıda tarifi yapılan "koordinatör kurum", koordinasyon ve yönlendirme fonksiyonlarını içermeli, diğer alt kuruluşlar ise konuları veya ilgi alanları içinde faaliyetlerini yürüten bağımsız birimler olarak kalmalıdır. Bu tarz teşkilatlanma, kültürel oluşumun kalıcığını, tanıtımın yerel ve dinamik yapısının sürekliliğini, 2010 vesilesiyle başlıyan birçok faydalı birikim ve girişimin yaşam bulmasını sağlamış olacaktır.

* 2010 kültürel etkinliğinin turizme yansıması samimiyetle arzu ediliyorsa KDV oranı önce 2008 yılında % 8 indirilmeli, 2009 yılında da bu kurum bütçesinde kullanılacak şekilde % 3 oranında konaklama vergisi yürürlüğe konulmalıdır.

* Böylesi bir kurumu büyük şehir belediyesi olan yerlerde mevcut kanunlardaki düzenleme imkanları kullanılarak, -örneğin kalkınma ajansı ve yerel hizmet birlikleri kanunlarındaki düzenlemelerden yararlanarak -yeni kanun dahi çıkarılmadan, faaliyete geçirme imkanı bulunmaktadır.

SULTANAHMET - EMİNÖNÜ MASALI (1999-2006)

Mehmet Ata TANSUĞ

İstanbul; kendisi başlı başına bir masal. Bulunduğu ülkenin özelliğinden olsa gerek, genellikle İstanbullu'lar kendi masallarını birbirlerine anlatırlar ki o da oldukça da ilginç bir masaldır. Şayet duyan olur, “mutlaka gideceğim” inadı ile bu şehre gelirse, bir de ona anlatılır kısaca!

Neden, yabancıya tamamı anlatılmaz?
Herhalde, tamamlanmadığından olsa gerek!.. “İstanbul turizmi’’de masalın doğal olarak “bir parçası”dır. “Turizm’’ bu güzeller güzeli ülkenin, sürekli belirsizliklerle dolu yaşam temposunun süslediği bir meşgale alanıdır... Zaman zaman durgunluğa girer, bir süre sonra, tekrar yola koyulur, “koştuğu” bile olur. Ülkenin, diğer konularında olduğu gibi, kimseler bu durma-kalkmalardan fazla rahatsız olmaz! Bilinir, bu "istikrarsızlıktır’’! Kökünün genellikle “dışarda olduğu” rivayet edilen bir “hal-i pür melâl”dir.

İşte, tamı tamına 1999 depreminden sonraki günlerden birinde, bu kerre, bir masa etrafına toplanan bir grup Sultanahmetli’ye denir ki; “Michel Porter denilen A.B.D.li pazarlama profesörünün, ol (!) rivayetidir, olaya ‘rekabet’ açısından bakılır, ele alınır, incelenirse, uygun çözümler bulunabilir, eksikler ve fazlalar daha iyi görülebilir...”

Bu masaya daha sonra da en çok oturanlardan bir kaçını sayarsak Nurdoğan Şengüler, Tugay Toydemir, Kasım Zoto, Kaan Koç...

Deprem ile uzayan sektörel tatil ortamında, bir yandan sorunlar tekrar tekrar tespit olunur, fakat biri çok öne çıkmaktadır sürekli, “tanıtımın yetersizliği”. Ama bir başka gerçek görmezden gelinmiştir hep ! O da “İstanbullu'lar"ın, ya da "bu şehirde yaşayanların"onbeş milyon kişi” olduğudur. Bu nüfustaki yeni hemşehrilerimizle yollarımız, Boğaziçi’ni kateden köprülerimiz yapılalı beri ayrı düştüğünden; onlar da ne Sultanahmet Meydanı’nı ne de İstanbul'un tarihi coğrafyasının yer aldığı bu bölgeyi hatırlar; çocuklarına gençlerine tanıtmaz olmuşlardır. Böylece, sanki bu alanlar, bu coğrafya "yabancıların kültürel miras listesine ait”miş gibi düşünülür olmuştur.

Tanıtım” hep “yabancı diyarlarda” yapılır. Oysa İstanbullu’lara ve bu ülkenin insanına tanıtım gerekmezmiş düşüncesine saplanmanın yanlışlığı da ortaya çıkmıştır işte! Bu konuda çabalar ve çabalamalar ile yaşanan altı yıl, bilinmeyen, o masalın anlatılmayan kısmıdır. Şimdi, anlatılmaya çalışılacak olan, masalın bu faslıdır...

Ol mekan (!) başlangıçta Sultanahmet’tir; Atmeydanı’yla, Ayasofyası, Mavi Camii, Akbıyık’ı, Ahırkapı’sıyla Sultanahmet. Yine, çok kolaymış gibi gelir, "Dünyaca tanındığını’’ zannettikleri bölgelerini, yanı başlarındaki İstanbullu’lara veya onların da içinde günlerini geçirdikleri İstanbullu’lara tanıtmak. Sultanahmet’liler, sonradan farkına varırlar ki her tatil günü, pet şişe suyunu kendi semtindeki bakkaldan alıp, Sultanahmet’e gelenler, ne tarihin ne de coğrafyanın ayırdındadır! Onlar çimenler ile ağaçların gölgesinden yararlanmaya gelmekte ve gitmektedirler..

Bir dönem sonra, daha iyi "tahkim” düşüncesi ile mevzilerini Eminönü’ne yayan, bu iyi niyetli Sultanahmet’liler, oralarda yaşayan, aynı dertleri paylaştıkları dostlar da edinmiş olurlar; Bizans’ı, Osmanlı’yı ve Cumhuriyet’i bir kere daha hazım ile hatmederler....

Kavidirler! Yollarına devam etmekdedirler...

Masal bu ya, Kibiroğlu adında bir belediye başkanları da vardır, hoşsohbettir, göreve geldiğinde "bana turizm lazım değil’’demişse de sonra, kendi imkanlarıyla Eminönü’nü “Londra Fuarı’na götüren başkanlar”dan biri olmuştur. Öte yandan bizim masalımızın kahramanları, bir evvelki yönetimden devraldığı “ramazan şenlikleri” ile seyyar esnaf konusunda “masal kahramanları” ile onunla bir türlü aynı açıdan dünyaya bakamamışlardır. Hakkını yememek gerekir, parke taşlı, oldukça nostaljik görünümlü, çöp konusu hiçbir zaman dert olmayan, ama aşırı iyilikseverliği sonucu, şehre gelen kimsesiz ailelerin mekanı bir Eminönü yaratmış ise de kendisinin de kabullendiği gibi “kimseye yaranamadığı”, seçim sonuçları ile anlaşılmıştır.

Kibiroğlu Başkan dönemi”nin bir başka yarı-masalımsı, yarı-resmi “turizm platformu” kurulması olgusu vardır. Devrin Valisi Erol Çakır, biri Eminönü’nde, diğeri Beyoğlu’nda, Vilayet yönergesi ile kurulan ve işleyen, bu anlamda, (“her ne gerekirse, devletimiz tarafından düşünülür ve uygulanır” mantığına göre) ülkemizin geleneksel çizgisine uygun “sivil toplum örgütlenmesi’’ de bu konu için oluşturulmuştur...

Ama bu noktada biraz nefeslensek iyi olur, isim benzerliği ve işlev benzerliği olsa da birbirlerine fazla benzemeyen bu iki “platform” birbiri ile karıştırılmamalıdır.

Beyoğlu Platformu, kendisine sahip çıkan Kadir Başkan’ını, “büyük şehir başkanlığı”na taşırken, “Talimhane efsanesi”ni eğrisi doğrusuna denk, biraz da NATO desteği ile şehre maletmiş ve aniden; “Ol şehir” de “conventional’’olmakla, önemli bir hamle kazanmıştır. Diğer taraftan, kendilerine "Tarihi yarımadalıyız’’ adını veren masal kahramanlarımızın oldukça geride kaldıklarını anlamalarına da yardımcı olmuşlardır.

Bu arada, yarı resmi Eminönü -Sivil- Platformu’nun hakkı yenilmemelidir. Onlar da boş durmamış, otuz sayfalık bir rapor ile, "Hemşehrilik Maruzatı" ile alt yapı eksiklerini saptayıp, bunları çözüme kavuşturma yollarını aramışlardır, hatta, bu cümleden, birçok eksik de giderilmiştir.

Bu bir masal, zaman konusunda fazla özenli olmasak olur; önemli olan olayları ve kişileri unutmamaya çalışalım. Bütün özenimize rağmen, mutlaka hatamız olacaktır! Fakat biz hatadan çok, “unutmaktan” korkuyoruz, çünkü bu masal kahramanlarının, gerçekten hiçbir beklentisi olmayan bu kahramanların hakkını yemek bizi çok, hem de çok korkutuyor. Bizi peşinen affetsinler.

C.A.T” yani "rekabetçiliğin getirilerinin önemsenmesi’’ üzerine kurulu davranmanın,
konunun ilgilililerinin “küme oluşturup, birlikte uğraş vermeleri”nin yararına dayanan çalışma şeklinin özelliklerini Dr. Melih Bulu ve arkadaşlarından öğrenen Sultanahmet’liler, o sıralar ülkede, belki de “ilkler” arasında yer alarak; Internet’i o günlerin şartlarında, kendi aralarında etkin bir iletişim aracı ve seslerini duyurma aleti olarak, gerçekten hayret verici şekilde verimli kullanabilmişlerdir. Günümüzde dahi o günlerle ilgili bilgilerin Internet ortamında izlenme adresi sultanahmetonline.org/ dur.

Yine o günlerin düşünce ürünlerinden olup, sonradan gerçek olan ve günümüze kadar yayını süregelen, "gerçekten’’ bağımsız, İstanbul yerel basın organı örneklerinden biri “Sultanahmet Postası’’; Ercüment Çalışlar, Ersin Kalkan, Edip Pınarlı, merhum Yusuf Uçak gibi “matbaa kokusu yutmuş”, amatör ruhlu gerçek profesyonellerin günümüzün "medya"ya dönüşmüş deyişiyle yazılı/resimlilerinin dışında, "gazetecilik’’ ruh ve heyecanın yaşadığı ender yayınlardan biridir!

Bu masalda (-anlatan için-affola) bu yayının da önemi büyüktür.

Vali yönergesi ile resmiyet kazanararak yoluna devam eden Eminönü Turizm Platformu’nda yirmiden fazla dernek ile bunların bu işlerin önemini çok iyi kavramış yönetcileri (LASİAD - Laleli esnaf ve iş adamlarını temsilen- Ayhan Karahan, Eminönü İmar ve Kültür Derneği-Naci Polat, Kaymakamlık derneği-Alihan Akkoç, SAGİD- Sultanahmet işadamları- Alp Kasay, Handan Aral, Kapalıçarşı Derneği - Ahmet Şengör, Mahmutpaşa Derneği - Zafer Demirel, Mısır Çarşısı Derneği - Çetin Palancı, Kumkapı Derneği, Ev Tekstili Sanayicileri Derneği, SİYAD - Sirkeci İş Adamları Derneği, TUROB adına Hüseyin Şahin- Mehmet Zelzele, TÜRSAB anılması gerekenlerdir) ile turizme gönül vermiş kaymakam Cezmi Türkgöçer, unutulmayacak katkıları olan Emniyet Müdürü Metin Aşık, Kültür Turizm İl Md. adına Çağlar Pehlivan’ın ahenkli çalışma düzeni konusundaki paylarının kaydı gereklidir. Madem ki bu kadar bürokrat ismi anılmakta, hiç şüphe yok bir isim de atlanmamalı, bütün bu maceranın Vilayet kalesindeki unutulmayacak temsilcisi/yöneticisi Cumhur Güven Taşbaş!

Eminönü Platformu’nda, Belediye ayağı topallamakta idiyse de kamu temsilcileri ile derneklerin çalışmaları sürmüştür. Bölgenin turizm problemlerini “platformu” veya “derneği” olmadan, Internet ortamında tartışanlar ile “yarı resmi” platformu olanlar, zaman içinde gayrı resmi bir işbölümü yapmışlardır. İlk grup, bölgenin tanıtım işlerini yapar olmuştur... Bu kanatta yer alanların Internet’i kullanma gibi basın ilişkileri kurma konusunda da tecrübeleri ve yetenekleri daha fazladır.

Bu konuda bir örnek vermek gerekirse Kasım Zoto ve Armada Otel ekibi, 1994 yılında faaliyete geçtikleri andan itibaren, sürekli olarak otellerine “İstanbullu’ları” getirme uğraşı içindedirler. 2000’lere gelindiğinde, bu çabayı “CAT Sultanahmet’’ ile birlikte sürdürmeye başlamışlardı. Kasım Zoto ve ekibi, o ana kadar; tango akşamları, fasıl geceleri, Cumhuriyet Bayramı Baloları düzenlemiş, otellerinin terasındaki alakart lokantaya “İstanbullu’ların” ayağını alıştırmışlardı. Böylece Sultanahmet, yabancı turistlerin uğrağı olmanın ötesinde, yerlilerin de geldiği bir semt olmaya başlamıştı. Bu konuda ikinci adım, bölgenin “eğlenceli bir yer” kimliği kazanması için de birşeyler yapılması idi.

Yapılan tartışmalarda, sürekli “festival” kavramından sözediliyordu, ama “açılış töreni”, “bölgeye yararı dokunanlara şilt verilmesi” gibi uygulamalardan uzak, gerçek bir festival modeli oluşturma konusunda bir çözüm bulununamazken imdada “Hıdır- İlyas yetişir!’’. Hem eğlenilecek, hem yenilip içilecek hem de unutulmaya doğru giden bir geleneğin ruhuna uygun yaşatılması sağlanmış olacaktır ve olmuştur da: “Ahırkapı’da Hıdrellez Şenlikleri”...

Sonradan kültürel ve doğal mirası en iyi koruyan" kurum, kuruluş ve etkinliklere verilen TUREB ödülleri komitesi tarafından "En iyi Otantik Yerel Etkinlik Ödülü Adayları" ile 21 Şubat 2006 akşamı (aynı zamanda "Dünya Rehberler Günü"), onurlandırılan Hıdrellez projesi sayesinde, Ahırkapı, Sultanahmet, altı yılda tartışmasız “Hıdrellezin adresi” de oldu.

İlk yıllarında yoğun basın kampanyaları ile gelen beş, altı binler, daha sonra basın haber ambargolarına rağmen otuzbeş, kırk binlere ulaştı. İnternet’te http://www.hidrellez.org/ adresine gidildiğinde görüleceği üzere, senede bir gün en azından otuz bin İstanbullu’nun katıldığı ve onlardan üç-dört mislinin “katılamadığı için hayıflandığı” bir festival oluşturulmuştur. Bunun gerçekleşmesinde Kasım Zoto (Armada Otel), Süleyman Çetinsaya (Citadel otel) Yılmaz-Timuçin Tecmen (Kalyon otel), Mehmet Tezçakın (Sultanahmet köftecisi), Müberra Eresin (Eresin Crown Otel), Abdullah Demir (Antik Otel), Faruk Çolpan (Blue House), Taner Yallagöz (Yaşmak Otel), Faruk Boyacı (Erboy Otel) Demir Kunter (Şölen Piliç)'in ısrarlı katkı ve katılımları unutulamaz. Sultanahmet veya Eminönü doğal olarak "tarih" iken artık yavaş yavaş da “Hıdrellez’’dir.

Hıdrellez 2006”, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İ.B.B.Turizm Atölyesi, Eminönü Kaymakamlığı, Eminönü Belediyesi, Emniyet Müdürlüğü gibi resmi sektör temsilcileri; Şadırvan-Cankurtaran mahallesinin, Balkanların,Trakya’nın Roman orkestaları ve kırka yakın Eminönü'lü kuruluşun birlikte kotardıkları bir şenlik olmuştu. Bu şenlik, “tarih’’ ve “Ramazan”ın ötesinde, İstanbullu’ya bir kere daha “Eminönü ve Sultanahmet”i hatırlatıyordu.

Tanıtım konusunda bir diğer önemli çaba ‘’Eminönü Yürüyüş Güzergahları’’ projesinin geliştirilmesi ve gün yüzüne çıkarılmasıydı. Timuçin Tecmen, Hamra Babüroğlu, Kasım Zoto, Emine-Halim Yalçın, Burhan Şehit, Eminönü Bld. Bşk Nevzat Er, Bşk Yrd Mahir Katırcı ve İletişim Sorumlusu Fatih Sadırlı ile seksen bin adet Türkçe baskısının gerçekleşmesi konusunda bölge otelcilerinin maddi katkıları kutlanmaya değer...

Otelcilerin, bu konuda hareketlenmesini sağlayan, o zamanlar aralarında bir ortaklık da olan Faruk Boyacı ve Taner Yallagöz’ü burada da anmak doğru olur. Daha sonra “Turkcell’’ destegiyle yüz bin adet İngilizce baskısı yapılarak dağıtılan bu açıklamalı kroki esaslı haritalar ve onlara uygun düzenlenmiş sokak tabelaları yardımıyla Tarihi yarımadanın Eminönü bölgesi rahatça algılanır olmuştu...

Bu arada iki konu var ki onaları kısaca anmadan geçmek masala haksızlık olur.

Birincisi Akbıyık Caddesi’ne, Eminönü Belediyesi’nin iki dönem yöneticilerinin reva gördükleridir ki bunların gerçekten “haksızlıklar ile dolu” olduğu söylenebilir. Bu cadde, belki de altmış yıla yakın, genç yabancıların “ilk uğrak yeri” olmuştur. “Biz içki içmeyiz ama içene de karışmayız’’ diyen zihniyet, nedendir bilinmez sadece yabancıların içki aldığı bu yöreye “barlar sokağı’’ demekte bir sakınca görmemiş, okul olmayan ender İstanbul caddelerinden biri olmasına rağmen, “okula -yasada belirtilen- yeterli uzaklığı olmadığı” gerekçesi ile “okulların açık olduğu günlerde yabancılara içki verilmesi” nedeniyle bölge esnafı aylarca faaliyetten men cezasına maruz kalmıştır. Gelen yabancıların kapısı mühürlü dükkanlara bir anlam verememesinin açıklanmasının zorluğunu, o günlerde, Hüseyin Hacıosmanoğlu , Ekrem Usta ve Ercüment Çalışlar, yetkililere anlatmaya çalışmışlardı. Bu noktada, zamanın Turizm Bakanı merhum Mustafa Taşar’ı hayırla ya’detmek gerekir.

Daha sonra dönem değişmiş, Beyoğlu’nun başarılı platformunun yöneticisi Tülin Ersöz, “İ.İ.B Turizm Atölyesi”ni kurmuş ve yarı resmi Eminönü Platformu Genel Sekreteri Gül Küçükserim ,Tugay Toydemir’in gayretleri ile caddenin zemin ve çevre islahının gerçekleşmesi sağlamışlardır. Oysa, “Ol masal”da adı geçenlerin tümünün ısrarlı gayretlerine rağmen, Ramazan ayında tarihi Sultanahmet Meydanı bir "panayır yeri’’ olmaktan kurtulamamışsa da birgün o dahi gerçekleşir, İNŞALLAH? Bu da ikinci konudur.

Masal bu ya şimdi bu metnin “Onlar ermiş muradına...’’ sözcükleri ile biteceği sanılır...

Olur mu hiç! Bitmiyor tabii.

Bu bir İstanbul masalı. Bu bir Eminönü masalı. Bu bir Sultanahmet masalı...

"Yiğitler" (!), yollarına devam etmekte, yeni kişiler kervana dahil olurken, bazıları, doğaldır yorgunluklarını başka konulara yönelerek gidermeye çalışmaktadır...

Masalı; masallıya masallıya, masallıyalım...

SUNUMLARDA "BLOG"

Sunum hazırlarken "Power Point" kullanmaktan bıkıp usandınız mı benim gibi?
"Blog" kullanın. Hoş zaten belki de çoktan kullanmaya başlanmıştır da ben yeni hatırladım!
Tabii ki çok hızlı Internet bağlantısı ve düzgün, büyük ekran çok önemli sunumun başarısı için...

Dokunmatik ya da uzaktan kumandalı beyaz perde de icat oldu mu acaba?

A.T.