Mehmet Ata TANSUĞ
İstanbul turizminin son beş yıllık dönem için, sayısal tarifi "4,5-5 milyon" aralığında ve "ülkeye gelen yabancıların %23-24'ü" olarak verilebilir. Bu sayılar uzun zamandır çeşitli nedenlerden dolayı aşılamıyan bir gerçek durumundadır. Bu gerçeğin aşılması konusunda ciddi bir çabanın olduğu da söylenemez. İstanbul'un "tanınırlığı" özgüveni üstüne kurulu içine kapalı ekonomi dönemi yaklaşımı ne kamu sektöründe ne de özel sektörde değişmiştir. Bu değişikliğin olmama nedenlerinden en önemlisi herhalde gerçek anlamda ekonomik getirinin önemsenmemesinden kaynaklanmaktadır.
Bürokrasinin "Nasıl olur, nasıl önemsenmez?" tarzındaki "refleks itirazları" ile üstesinden gelinemiyecek bir ihmalin açık şekilde önümüzde durduğunu görmemiz gerekir. Bu ihmalde en önemli etken, değişimi algılamayan sektör mensuplarının "uyku halidir". Devletin turizm gelir kaynağı olarak, kıyılara yönelmesinin ardından, unutulan şehir turizmi ve dolayısıyla ‘’İstanbul turizmi", kıyılarda oluşan, ilk krizde tekrar hatırlanmışsa da günümüz yaklaşımlarına uygun ‘’rekabet’’ koşulları gereği alt yapı eksiklerinin tamamlanması sonucu ancak bir işe yarayabilir.
Bu konuda bir örnek dahi durumu kolayça açıklığa kavuşturacaktır. Yakın zamana kadar paket turlar ile satılma alışkanlığı olan şehirler, günümüzde "uçak+otel" formülüyle satılabilmektedir. Kısaca pazarlama kanalı değişmiştir. Daha doğrusu sanayi toplumu pazarlama teknikleri, hızlı bir şekilde bilhassa bu sektörde bilgi toplumu araçlarını kullanır duruma gelmiştir.
Sektör işletmelerinin taşıdığı KOBİ ve aile işletmesi yapısal özelliklerinin getirdiği engellerin aşılması için, iç dinamiklerin harekete geçirilme zorunluğu var. Bu zorunluluk "dernek" seviye ve görüş açısıyla maalesef aşılamamaktadır. Bu noktada aşılamayan sadece İstanbul'un kırk yıllık "potansiyellikten kurtulamayan" turizmi değil, bir türlü harekete geçemeyen, "birden fazla" ekonomik faaliyetin oluşturacağı değerlerdir.
Şehir turizminin rekabet ortamında öne çıkmasını sağlıyan faktörlerin fiyat rekabeti dışında neler olduğu bilinmeli ve sürekliliği sağlanmalıdır. Bu noktada devreye "3E" girmektedir; kıyı turizminin "3S"sinde olduğu gibi, bu unsurların birinde aksama olduğunda işlerden verim alınamadığı görülmüştür.
"3E" açılımı; "Education": "Eğitim/kültür, "Entertaintment" (eğlence-yeme içme dahil), "Enthusiasm" : "Heyecan, ilgi, çoşku" bu kısaca kıyı turizmine ("sea, sun, sable")denk düşen asgari koşul tarifinin karşılığıdır. Şehir turizminin "3E" faktörlerinin ötesinde
Kongre, alışveriş, spor, sağlık vs. birçok alt başlıkları da olduğu bilinmektedir. Bu turizm manivelalarının tamamına yakının kullanılmadığı şehir, bölge veya destinasyonlarda, turizmin "T"sinin dahi sektörel faaliyet olmadığı yaygın olarak bilinmektedir. Tarihi veya doğal değerlerin rüzgarına dayanan yaklaşımlarla günümüzde turizm faaliyeti yürütmeye çalışmak "amatör’’deyimine dahi layık görülmemektedir.
Günümüz turizmi şehir, bölge veya destinasyon esaslı pazarlama ve bunun rekabetçi tutum ile sürdürülmesi demektir. Bu gerek merkezi yönetim gerekse yerel yönetim bürokrasinin kendi başına karar alma veya yönetme tekniklerini kullanmasıyla "imkansız"ı işaret etmektedir.
Günümüzün "iyi yönetim" yaklaşımları kamusal yetki alanın özel sektör ile işbirliğini zorunlu kılıp, yeni modelleri hayata geçirme üzerinde birlikte çalışma ve araştırılma yapılmasını gerektirmektedir. Modeller, sektör temsilcilerinin sivil toplum yaklaşımının ötesinde birlikte çalışma koşullarını zorunlu kılmaktadır. Günümüzde kamu yaklaşımı, bürokrasinin hakimiyetinin ötesinde, işi "yapanlar"ın ve "bilen"lerin yürütmede ortak olduğu yaklaşımlara uygun şekillenmektedir.
İstanbul'un, gerçekten turistik bir cazibe merkezi olması isteniyorsa, turizmin ekonomik faktör olarak ülkeye artı değer katkısı bekleniyorsa kısa dönem yol haritalarında aşağıdaki yaklaşımlara önem verimelidir:
* İstanbul turizminin uluslararası areneda başarı araması zorunlu ise vilayet, belediye,
ticaret odası, sektör ve yerel STK temsilcileri hatta bu konuda yararlı olacağına inanılan fertlerin dahil olduğu karar alıcı ve yürütücü "koordinatör" bir kuruma gerek vardır.
* 2010 Kültür Başkenti Projesi'nin önemli bir yönü olan "kültürün İstanbul yaşamında yaygın biçimde yer alması" ögesinin, günümüz şehir turizminin önemli bir unsuru olduğu da hatırda tutulmalıdır. Bu açıdan 2010 için kurulacak yapı, orta vadede şehir tanıtımı ve turizmi ilintili ekonomik işlerinin süreklilik kazandığı bir kurum olarak devam etmelidir.
* Yukarıda tarifi yapılan "koordinatör kurum", koordinasyon ve yönlendirme fonksiyonlarını içermeli, diğer alt kuruluşlar ise konuları veya ilgi alanları içinde faaliyetlerini yürüten bağımsız birimler olarak kalmalıdır. Bu tarz teşkilatlanma, kültürel oluşumun kalıcığını, tanıtımın yerel ve dinamik yapısının sürekliliğini, 2010 vesilesiyle başlıyan birçok faydalı birikim ve girişimin yaşam bulmasını sağlamış olacaktır.
* 2010 kültürel etkinliğinin turizme yansıması samimiyetle arzu ediliyorsa KDV oranı önce 2008 yılında % 8 indirilmeli, 2009 yılında da bu kurum bütçesinde kullanılacak şekilde % 3 oranında konaklama vergisi yürürlüğe konulmalıdır.
* Böylesi bir kurumu büyük şehir belediyesi olan yerlerde mevcut kanunlardaki düzenleme imkanları kullanılarak, -örneğin kalkınma ajansı ve yerel hizmet birlikleri kanunlarındaki düzenlemelerden yararlanarak -yeni kanun dahi çıkarılmadan, faaliyete geçirme imkanı bulunmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder