Kişisel blog: 2002'den bu yana kültürel koruma, Internet hukuku ve "hayata" dair saptamalar, paylaşımlar...
Pembe Domates Ağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pembe Domates Ağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 Mar 2013
PEMBELER GENE GÜNDEMDE!
Son sekiz yıldır Şubat-Mart ayları, bizde pembe domates konusunun gündemde ön sıralarda olması demek... Dün bu konuda uzun zamandır yapmadığımız bir şey yaptık! (Şurada)
22 Şub 2013
Bugünkü Milliyet'ten: "PEMBE DEVRİM"
![]() |
Herşey bu 3 pembe ile başlamıştı... |
Ceren Büyüktetik, hazırladığı haberde en can alıcı konulara değinmiş. Doğal mı organik mi? bağlamında...
Ayrıca balkonda tarım, kent tarımı, yerel ve doğal tohumların korunması konusunda da... Pembe Domates Ağı'nın varlık nedeni tam da bu işte...
(Bize ait bir cümlede bahsi geçen "3 pembe tohumu", esasen "3 pembe domates" olacaktı, "olacak o kadar" diyelim...)
5 Ara 2012
GÜZEL İŞLERİ GÖRMEK BİLE GÜZEL!
Yapmak, yararlanmak bir tarafa da güzel şeyleri sadece görmek bile güzel...
Akıl, estetik, olumlu duygular, gezegene saygı, bilim, kültür, dürüstlük... Bunların hepsi bir araya gelip ortaya bir ürün çıkarıyor, siz de ona bakıp hayata biraz daha olumlu bakabiliyorsunuz...
Bu yüzden elimde bitirilmesi gereken bir çalışma olduğu halde, demin Phadion'dan gelen bir e.bültenden takılıp peşine düştüğüm bir kent tarımı projesi hakkında şuraya not düşmeden geçemedim:
Kent Tarımı ve Müzik, Parizyen Mimari Eliyle Birleştirildiğinde...
Akıl, estetik, olumlu duygular, gezegene saygı, bilim, kültür, dürüstlük... Bunların hepsi bir araya gelip ortaya bir ürün çıkarıyor, siz de ona bakıp hayata biraz daha olumlu bakabiliyorsunuz...
Bu yüzden elimde bitirilmesi gereken bir çalışma olduğu halde, demin Phadion'dan gelen bir e.bültenden takılıp peşine düştüğüm bir kent tarımı projesi hakkında şuraya not düşmeden geçemedim:
Kent Tarımı ve Müzik, Parizyen Mimari Eliyle Birleştirildiğinde...
Etiketler:
kent tarımı,
Pembe Domates Ağı,
Phadion,
SOA,
Tansuğ
19 Ağu 2012
"PATLICAN"A DEVAM!
Aşağıdaki yazıda patlıcandan yola çıkıp nerelere gitmişim...
Hazır patlıcan demişken elime geçen başka bir patlıcan yazısını buraya koymak istedim... Bunun "Domates" ile ilgili bölümü, Evde Pembe Domates blogumuzda!
Kayınvalideye armağan edileceği için önceden elden geçirilen bir Refik Halid Karay kitabından!
Refik Halid Karay'ın bu yazısından ve genel olarak "lezzet"e yaklaşımından sözeden Ahmet Örs'ün şu lezzetli yazısına da buradan bağlantı vermeden geçilmez elbette!

Hazır patlıcan demişken elime geçen başka bir patlıcan yazısını buraya koymak istedim... Bunun "Domates" ile ilgili bölümü, Evde Pembe Domates blogumuzda!
Kayınvalideye armağan edileceği için önceden elden geçirilen bir Refik Halid Karay kitabından!
Refik Halid Karay'ın bu yazısından ve genel olarak "lezzet"e yaklaşımından sözeden Ahmet Örs'ün şu lezzetli yazısına da buradan bağlantı vermeden geçilmez elbette!
Etiketler:
Ahmet Örs,
erkek patlıcan,
Pembe Domates Ağı,
Refik Halid Karay,
Tansuğ,
yaz sebzeleri
4 Ağu 2012
PATLICANIN ERKEĞİNDEN, TABAĞIMIZDAKİ HAYVANATA...
Bu Cumartesi sabahı rastladığım bir yemek sitesinde patlıcanın da dişisi ve erkeği olduğunu, erkek patlıcanın daha az çekirdekli olduğuna dikkat çekildiğini görünce şaşırıp kaldım...
Her türlü ayrımcılığa karşıyız ya -değil miyiz yoksa? Biraz kanıma dokundu doğrusu.
Sen kalk, masum sebzelerde de cinsiyet ayrımcılığı yap...
Haydi kalkan balığında buna hep dikkat edilmesine alışkınız diyelim. Zaten eski bolluğu da olmadığı için sorun değil.
Ama alt tarafı patlıcan yahu... Çekirdeksizini alacağız diye bu saatten sonra patlıcanların dibine mi bakılacak şimdi?
Zaten sıra tüketime geldiğinde cinsiyet ayrımcılığı bir tarafa, ne doğaseverlik, ne hayvan dostluğu akla geliyor. Balıkların boyunu ölçüp duruyoruz ama onun da dibine indiğimizde daha lezzetlisini yiyebilmek için yetişkin hale gelmeleri ve nesillerini sürdürmelerine izin vermemiz gerçeği yatmıyor mu? Yatıyor...
Jonathan Safran Foer, -okuyabilecek miyim, henüz karar veremedim çünkü hele denizden çıkanlarından hiç vazgeçemeyebilirim- "Hayvan Yemek" kitabında işte bunları birer birer yüzümüze vuruyormuş...
"Neden kuzu eti yiyoruz da köpek eti yemiyoruz?
Köpeklerini seven Fransızlar, bazen atlarını yer.
Atlarını seven İspanyollar, bazen ineklerini yer.
İneklerini seven Hintliler, bazen köpeklerini yer.
Peki ya siz, hangi hayvanları seviyor, hangilerini yiyorsunuz?"
diyormuş Foer.
Yemek kültürü araştırmacısı, akademisyen, gezgin, yazar, radyocu, ürettiği herşey çok lezzetli arkadaşım Güzin Yalın da Açık Radyo'da yıllardır (her Cuma 14.00-14.30) büyük zevkle dinlenen "Mutfaktan, Tabaktan, Sokaktan" başlıklı sözel/müzikal programında dün tam bu konuya parmak basıyordu. (Yalın'ın kendi kurduğu "Ruhun Gıdası Kitaplar"ın yayınları arasında aynı başlıkla bir kitabı da var!)
"-Çekirge, böcek yiyenlere 'ııığğh' diyoruz ama biz de sakatat yiyoruz" diyerek son çıktığı Afrika gezisinden yemek örnekleri veren Yalın, bu programının kayıtlarını galiba "podcast" yapmıyor. Şimdi onu merak edenler olursa bari Cazkolik'te gezi yazıları, fotoğraflarıyla caz seçkilerini birleştirdiği "Mutfaktan ve Hayattan Caz Masalları" sayfasının adresini vereyim ve kaçayım! http://www.cazkolik.com/GuzinYalin
Mesele hangi hayvanı ne kıvamda yemek ya da yememek meselesi değil elbette...
Belki dişi patlıcanı da hiç yerinden kopartmamak mı?
Peki ya acaba bizim pembe domateslerin bu bağlamda durumu nedir?
Bilemiyorum...
Neyse işte, bu da böyle bir Cumartesi sabahı izi olsun...
Dibinde içeri doğru bir boşluk olanı erkek, olmayanı dişi! Kaynak: LearnHowtoCook.com Pek güzel bir site!... |
Her türlü ayrımcılığa karşıyız ya -değil miyiz yoksa? Biraz kanıma dokundu doğrusu.
Sen kalk, masum sebzelerde de cinsiyet ayrımcılığı yap...
Haydi kalkan balığında buna hep dikkat edilmesine alışkınız diyelim. Zaten eski bolluğu da olmadığı için sorun değil.
Ama alt tarafı patlıcan yahu... Çekirdeksizini alacağız diye bu saatten sonra patlıcanların dibine mi bakılacak şimdi?
Zaten sıra tüketime geldiğinde cinsiyet ayrımcılığı bir tarafa, ne doğaseverlik, ne hayvan dostluğu akla geliyor. Balıkların boyunu ölçüp duruyoruz ama onun da dibine indiğimizde daha lezzetlisini yiyebilmek için yetişkin hale gelmeleri ve nesillerini sürdürmelerine izin vermemiz gerçeği yatmıyor mu? Yatıyor...
Jonathan Safran Foer, -okuyabilecek miyim, henüz karar veremedim çünkü hele denizden çıkanlarından hiç vazgeçemeyebilirim- "Hayvan Yemek" kitabında işte bunları birer birer yüzümüze vuruyormuş...
Köpeklerini seven Fransızlar, bazen atlarını yer.
İneklerini seven Hintliler, bazen köpeklerini yer.
Peki ya siz, hangi hayvanları seviyor, hangilerini yiyorsunuz?"
diyormuş Foer.
Yemek kültürü araştırmacısı, akademisyen, gezgin, yazar, radyocu, ürettiği herşey çok lezzetli arkadaşım Güzin Yalın da Açık Radyo'da yıllardır (her Cuma 14.00-14.30) büyük zevkle dinlenen "Mutfaktan, Tabaktan, Sokaktan" başlıklı sözel/müzikal programında dün tam bu konuya parmak basıyordu. (Yalın'ın kendi kurduğu "Ruhun Gıdası Kitaplar"ın yayınları arasında aynı başlıkla bir kitabı da var!)
"-Çekirge, böcek yiyenlere 'ııığğh' diyoruz ama biz de sakatat yiyoruz" diyerek son çıktığı Afrika gezisinden yemek örnekleri veren Yalın, bu programının kayıtlarını galiba "podcast" yapmıyor. Şimdi onu merak edenler olursa bari Cazkolik'te gezi yazıları, fotoğraflarıyla caz seçkilerini birleştirdiği "Mutfaktan ve Hayattan Caz Masalları" sayfasının adresini vereyim ve kaçayım! http://www.cazkolik.com/GuzinYalin
Mesele hangi hayvanı ne kıvamda yemek ya da yememek meselesi değil elbette...
Belki dişi patlıcanı da hiç yerinden kopartmamak mı?
Peki ya acaba bizim pembe domateslerin bu bağlamda durumu nedir?
Bilemiyorum...
Neyse işte, bu da böyle bir Cumartesi sabahı izi olsun...
16 May 2012
YAŞAMI PATENTLEMEK...
Tohum yaşamdır.
Tohum patentlemek?
Bu konuda bu sabah bizim Pembe Domates bloguna yeni bir içerik girdim...
Tohum patentlemek?
Bu konuda bu sabah bizim Pembe Domates bloguna yeni bir içerik girdim...
7 Ağu 2011
DOĞANIN BİR ÜRETİM ARACI DEĞİL, HAK ÖZNESİ OLDUĞUNU GÖREN BİR ANAYASADAN BAŞLAYARAK…
Av. Avniye Tansuğ
Pembe Domates Ağı
Yoğun kentleşme içinde sağlıklı beslenme mümkün mü? Hem hayır hem evet! Emektar Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi, bundan 63 yıl önce “gıdaya erişim hakkı”nın bir temel insan hakkı olduğunu duyurduğunda, kirlenmiş toprak, su ve hava, genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılan endüstriyel tarım ve hayvancılık, GDO’lu gıdalar gibi sorunlar yoktu. Amaç, ekonomik çöküntü yaşayan dünyada açlığa çare bulmaktı. İşte doğayı bir üretim aracı, bir “kaynak” olarak kullanan ve klasik paradigmalarla “sürdürülen” endüstriyel üretim ve dağıtım sistemi bu gerekçeyle dünyayı bugün tanık olduğumuz büyük çevresel çöküntüye taşıdı, “açlık” ise sürüyor. Öte yandan sağlıksız beslenmeden temellenen, metabolik sendrom; obezite ve kanser ürkütücü boyutlara ulaşıyor. Onlar da tıp ve ilaç endüstrisinin rantiyeci bölümünü besliyorlar. Bu düzen, “sürdürülebilir kalkınma”, “yönetişim”, “sürdürülebilir kent”, “kentsel dönüşüm”, “organik”, “iyi” gibi çok yüzlü kavramlarla “sürdürülüyor”.
Oysa geçen 63 yıl içinde daha pek çok uluslar arası sözleşme, iç hukukta da anayasal ve yasal düzenleme yapıldı. Şimdi gıdaya erişim hakkı sağlıklı gıda güvencesi ve bilgiye erişim başta olmak üzere bağlantılı olduğu diğer yeni haklarla iç içe. Bu tablo içinde endüstri-yoğun kentlerde sağlıklı beslenme ancak bedeli yüksek doğal besin maddelerine erişebilmekle mümkün. Öte yandan “organik” etiketli ürünler artıyor. Yakın gelecekte rafların onların endüstriyel olanlarıya dolacağını söylemek kehanet olmaz. Çünkü doğal ve yerel tohumların genetiği üzerinde türlü çalışmalar yapılırken (ki içinde bulunduğum “Pembe Domates Ağı”nda bunu yaptırmamak için çok mücadele verdik) bir taraftan da hibrit tohumlarla besin değeri düşük “organik” ya da “hiç yoktan iyi” türü üretim başlamış durumda. Çoğunluk kentli ise ucuz, sağlıksız, lezzetsiz, fabrikasyon gıda maddeleri ile yetinmek zorunda. Okul kantinlerinde satışına izin verilenlerin içinde hâlâ GDO’lu gıdalar var. Bireysel olarak da herkesin yapabileceği şeyler var, bunun için Permakültür Türkiye, Fikir Sahibi Damaklar, Lüfer Koruma Timi, Toprak Ana, Başka Bir Gıda Mümkün gibi halkın doğru bilgilenmesine önderlik eden oluşumların seslerine de mutlaka kulak verilmeli.
Bu duruma yasal düzenlemelere aykırı bir biçimde mi gelindi? Yoksa yasalara gayet uygun fakat yaşam etiğine ve doğaya ihanet edilerek mi? Esasen köklü bir değerler dizisi değişimi ile ülke çıkarlarına dönük çevre, tarım, tohum politikalarının yeniden ve çok disiplinli biçimde belirlenmesi gerekli. En başta anayasada doğayı bir hak öznesi olarak ele almalı. Yürürlükteki düzenlemelere bakıldığında öncelikle 4982 s. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nda bilginin kapsamı tüm yönetim işlemlerini kapsayacak ve GDO’lu, nişasta bazlı şekerli ve diğer sağlığa zararlı ürünler konusunda bilgi edinilmesine de engel olan ticari “sır” kavramını daraltacak biçimde değişiklik yapılmalı. 5553 s. Tohumculuk Kanunu ile yerel tohumlara ve küçük çiftçiye getirilen engel kaldırılmalı. 5977 s. Biyogüvenlik Kanunu GDO’lu ürün ithalatını tümden yasaklayacak, kültürel ve doğal sitleri gerçekten koruyacak bir düzenleme haline getirilmeli. HES’lere, nükleer santrallarla göz göre göre geçit verilmemeli…
Unutulmamalı ki, en büyük yaptırım, doğa kanunlarının yaptırımıdır…
[Güncel Hukuk Dergisi, Ağustos 2011, "Yaşanabilir Bir Çevre" dosyası için...]
Etiketler:
Açlık,
Anayasa,
Bilgi Çağının Hukuku,
çevre,
değer yargıları,
Doğa,
Etik yaşam,
GDO,
Hukuk,
kent tarımı,
Pembe Domates Ağı
3 Ağu 2011
"BİR GÖLGENİN ARDINDAN"...
"Bir Gölgenin Ardından" aslında Prof. Dr. Ahmet Erözenci'nin kitaplarından birinin adı. Ama Radyo Cazkolik'te yapmaya başladığı kavramsal müzik programına da bu başlığı vermişti...
Sayın Erözenci, Nisan 2011'de Açık Radyo'da "Bilgi Çağının Hukuku" programında iki kez benim konuğum oldu. Kendisi ile tıbbi bilginin felsefesi, bilgiye erişim, bilgi hırsızlığı, tıp ve sanat konuları etrafında söyleşi yapmıştık...
Sonra da geçen hafta ben ona konuk oldum Cazkolik'te.
Konu "Paylaşım" idi.
Müthiş muhalif ve "konuşkan"! bir günüme rastladı galiba bu söyleşi..
Merak eden olursa bu yayına "buradan" erişiliyor!
Sayın Erözenci, Nisan 2011'de Açık Radyo'da "Bilgi Çağının Hukuku" programında iki kez benim konuğum oldu. Kendisi ile tıbbi bilginin felsefesi, bilgiye erişim, bilgi hırsızlığı, tıp ve sanat konuları etrafında söyleşi yapmıştık...
Sonra da geçen hafta ben ona konuk oldum Cazkolik'te.
Konu "Paylaşım" idi.
Müthiş muhalif ve "konuşkan"! bir günüme rastladı galiba bu söyleşi..
Merak eden olursa bu yayına "buradan" erişiliyor!
Etiketler:
Ahmet Erözenci,
Avniye Tansug,
Bir Gölgenin Ardından,
Doğa,
Paylaşmak,
Pembe Domates Ağı,
Radyo Cazkolik
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)