Kişisel blog: 2002'den bu yana kültürel koruma, Internet hukuku ve "hayata" dair saptamalar, paylaşımlar...
23 May 2006
AĞLATAN MAKALE
21. yüzyıl Türkiye'sinde bir Mayıs sabahı, gazetede "dürüstlük" hakkında bir makale okurken ağlayacağım hiç aklıma gelmezdi... Ama ağladım...
15 Mayıs sabahı Cumhuriyet'te, Erdal Atabek'in "2000'Lİ YILLARDA" köşesindeki "Dürüstlük, Sevgili Çocuğum" başlıklı yazıya takıldı gözüm. Tam da o gün -artık ne yazık ki herkes için bu kadar da kolayca söylenemeyen- "dürüstlük timsali" bir dostu, Av. Derviş Parlak'ı uğurlayacaktık. Yazıyı okudukça, sanki Derviş'in oğluna bıraktığı bir veda mesajını okuyormuşum gibi geldi bana... Bu kadar beklenmedik bir anda gideceğini bilseydi ve birşey yazsaydı sanki o da bunları söylerdi...
Bir nedeni buydu ağlamamın.
İkincisi daha genel. Öyle bir değerler karmaşası içinde ki toplum, "dürüstlük" ile "enayilik" özdeşleşmiş, "ağızdan dolma tüfek" misali yarım yırtık edinilen bilgilerle "piyasa"ya çıkmış çoluk çocuk ahkam kesiyor, ortalık herşeyin "uzman"ı ile dolu, "bizim kuşak"tan bile görüşlerini "esnetmiş", kafası karışık kuşaklara "kuyrukçuluk" yapabilenlere rastlamak hiç imkansız değil, dürüstlük mürüstlük, ilkeli olmak, etik davranmak, bu gibi kavramlardan söz etmek artık "demode".
"-Ama çok başarılı satıyor kendini yani, bunu kabul et!" Peki edeyim.
"-Fakat helal olsun adamlara, güzel dolduruşa getirdiler etrafı, hem de acaip para kazandılar, bunu kabul et!" Pekala. Siz öyle istedikten sonra...
Böyle bir kesitte sen Erdal Atabek kalk, dürüstlüğün bilimsel ve etik tanımını bu kadar güzel yap. "Özdeğer, özsaygı ve özgüven" ilişikisini koy ortaya. "Özgüven temelsiz bir böbürlenme değildir", "Temelsiz bir böbürlenme, değersizliğini örtmeye yarayan bir özgüven taklididir" de! "Ahlaksal zeka" de, "dürüstlük bu ahlaksal zekanın birinici ilkesidir" de. İşte bir de buna ağladım. İnsan olmanın bu kadar temel bir gereği, yeniden açıklanmak durumunda... Bunu yapan Atabek de çok incelikli davranmak zorunda hissetmiş kendini ve harika bir içerik çıkarmış ortaya... Öyle "kritik" bir konu ki en ufak bir hamaset kaldıracak lüksü yok. Bunu da okuyup etkilenmezse kişi, bir daha öldür allah "dürüstlük"ten söz edilmeyecek gibi halimiz...
Cumhuriyet web sitesinden ücretli üyelik ile okutuyor içeriği hala biliyorsunuz. Atabek'in sitesinde de henüz bu yazı yok (Bence lütfen konulsun oraya da). O yüzden yazıyı tarayıp yukarıya koyuyorum. Üzerine tıklarsanız çok güzel okunuyor. Bunun bir "hukuk ihlali" sayılmaması için de şimdi gazeteden ve Sayın Atabek'ten izin isteyeceğim! "Dürüstlük" konusundaki bir içeriğin ücretsiz ve izinsiz okunmasına karşı çıkılacağını sanmamakla birlikte... Neme lazım. Ben önlemimi alayım yine de.
15 Mayıs sabahı Cumhuriyet'te, Erdal Atabek'in "2000'Lİ YILLARDA" köşesindeki "Dürüstlük, Sevgili Çocuğum" başlıklı yazıya takıldı gözüm. Tam da o gün -artık ne yazık ki herkes için bu kadar da kolayca söylenemeyen- "dürüstlük timsali" bir dostu, Av. Derviş Parlak'ı uğurlayacaktık. Yazıyı okudukça, sanki Derviş'in oğluna bıraktığı bir veda mesajını okuyormuşum gibi geldi bana... Bu kadar beklenmedik bir anda gideceğini bilseydi ve birşey yazsaydı sanki o da bunları söylerdi...
Bir nedeni buydu ağlamamın.
İkincisi daha genel. Öyle bir değerler karmaşası içinde ki toplum, "dürüstlük" ile "enayilik" özdeşleşmiş, "ağızdan dolma tüfek" misali yarım yırtık edinilen bilgilerle "piyasa"ya çıkmış çoluk çocuk ahkam kesiyor, ortalık herşeyin "uzman"ı ile dolu, "bizim kuşak"tan bile görüşlerini "esnetmiş", kafası karışık kuşaklara "kuyrukçuluk" yapabilenlere rastlamak hiç imkansız değil, dürüstlük mürüstlük, ilkeli olmak, etik davranmak, bu gibi kavramlardan söz etmek artık "demode".
"-Ama çok başarılı satıyor kendini yani, bunu kabul et!" Peki edeyim.
"-Fakat helal olsun adamlara, güzel dolduruşa getirdiler etrafı, hem de acaip para kazandılar, bunu kabul et!" Pekala. Siz öyle istedikten sonra...
Böyle bir kesitte sen Erdal Atabek kalk, dürüstlüğün bilimsel ve etik tanımını bu kadar güzel yap. "Özdeğer, özsaygı ve özgüven" ilişikisini koy ortaya. "Özgüven temelsiz bir böbürlenme değildir", "Temelsiz bir böbürlenme, değersizliğini örtmeye yarayan bir özgüven taklididir" de! "Ahlaksal zeka" de, "dürüstlük bu ahlaksal zekanın birinici ilkesidir" de. İşte bir de buna ağladım. İnsan olmanın bu kadar temel bir gereği, yeniden açıklanmak durumunda... Bunu yapan Atabek de çok incelikli davranmak zorunda hissetmiş kendini ve harika bir içerik çıkarmış ortaya... Öyle "kritik" bir konu ki en ufak bir hamaset kaldıracak lüksü yok. Bunu da okuyup etkilenmezse kişi, bir daha öldür allah "dürüstlük"ten söz edilmeyecek gibi halimiz...
Cumhuriyet web sitesinden ücretli üyelik ile okutuyor içeriği hala biliyorsunuz. Atabek'in sitesinde de henüz bu yazı yok (Bence lütfen konulsun oraya da). O yüzden yazıyı tarayıp yukarıya koyuyorum. Üzerine tıklarsanız çok güzel okunuyor. Bunun bir "hukuk ihlali" sayılmaması için de şimdi gazeteden ve Sayın Atabek'ten izin isteyeceğim! "Dürüstlük" konusundaki bir içeriğin ücretsiz ve izinsiz okunmasına karşı çıkılacağını sanmamakla birlikte... Neme lazım. Ben önlemimi alayım yine de.
18 May 2006
"GOOGLE NEWS"DAN BUGÜNE BİR BAKIŞ
"This is the September 11 of the Turkish Republic," wrote Ertugrul Ozkok, chief columnist for Hurriyet, a secular daily paper. "One of the main pillars of the regime, justice, was hit. This is an attack against all of us." (Kaynak: Reuters)
4 May 2006
VAPURLU DEMOKRASİ
Sayın Arif Çağlar Göndermiş aşağıdaki mesajı:
---------------
Vapurlu Demokrasi
Bir demokrasi aldatmacası olarak vapur seçimi
"Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası başladığında haklı olarak bu hareketin demokrasiyle ilişkisine değinenler olmuştu. İBB ve İDO'nun "Haydi İstanbul vapurunu seç!" aldatmacası demokrasinin bir yutturmaca olarak nasıl tezgahlanabileceğini gösteren çok güzel bir örnektir.
Bundan bir yıl kadar önce İDO'nun "vapurlar eskidi, onların yerine deniz otobüsü işleteceğiz, vapurlar artık nostaljik ve turistik seferlere çıkacak" açıklaması üzerine "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası buna karşı çıktığı zaman sorulan ilk sorular şunlar olmuştu: İstanbul'da kentiçi deniz ulaşımı için yapılan plan nedir? Bu planlar hangi karar ve gerekçelerle yapılmıştır? İlan edilen deniz otobüsü satın alımı ihaleleri için ayrılan bütçe nedir, bu planın fizibilitesi var mıdır ve maliyeti nedir?
Bu sorular İDO gibi kamu hizmeti veren ve İBB gibi kamu kuruluşu olan kurumların soru sorulmasına gerek kalmadan herkese açıklamak zorunda oldukları konulardır. İşlerin böyle yürümediğini biliyoruz ama temel sorunun bu olduğunu da bildiğimiz için soruyu İstanbul Mimarlar Odası avukatları aracılığıyla İBB ve İDO'nun ilgili makamlarına sorduk. Bugüne kadar yanıt alınmış değildir. Bugüne kadar İDO ve İBB'nin bu konuda yapmış olduğu hiçbir açıklama da yoktur.
İBB yönettiği çok büyük bir bütçeyle elinde çok büyük güç olan bir kuruluştur, üstelik ticari bir kuruluş değildir, bir kamu kuruluşudur. Herkesin ortak gücünü herkesin çıkarına en iyi şekilde yönetmekle yükümlü ve bundan sorumlu bir kuruluştur. Demokrasinin temel ilkesi kuvvetin ve özellikle herkesin ortak olduğu kuvvetin herkes tarafından denetlenebilmesi ve bu kuvvetin kullanımında herkesin söz söyleyebilmesi, eleştiri yapabilmesidir. Başta devlet kuruluşları olmak üzere yerel yönetimler ve diğer kamu kuruluşlarının denetimi, bu denetimin kolaylığı, yani bu kuruluşların işleyişlerinin, bütçelerinin, karar alma şekillerinin ve kararların gerekçelerinin saydamlığı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Toplumun en büyük ortak gücünü yöneten kamu kuruluşları aldıkları her kararda bu saydamlık ilkesinin gereklerini yerine getirmezlerse ve hele bunu sorulan soruları yokuşa sürmek v.b. yollarla engellerlerse demokrasinin üzerine oturduğu en önemli temel sarsılmış demektir. Bir takım "devlet sırrı", "milli çıkarlar için gizli", "askeri ve stratejik önemi haiz" v.s. gibi denetlenmesi ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bırakılmış konular değil burada sorgulanan, bir belediyenin hesabını vermekle yükümlü olduğu, hiçbir sır ve savunma stratejisiyle ilgisi olmayan hizmetler.
Diğer bütün hizmetler bir yana burada çok somut İstanbul kentiçi deniz ulaşımı söz konusu. İBB ve İDO bu konuda önümüzdeki 5-10 yılı kapsayacak programı gerekçeleri ve bütçeleriyle birlikte açıklamak zorunda, böyle bir plan ve programı yoksa da bu plansız harcamaların hesabını vermek zorunda. Eğer bir planı, bir programı varsa bunu hangi kriter ve gerekçelerle oluşturduğu ve hangi karar süreçlerinden geçirdiğini açıklaması gerekir. "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası da temelde bunu istiyor ve bu da demokrasiye inanmış her vatandaşın en doğal hakkıdır, en doğal hak olmanın ötesinde her demokratik kamu yönetiminin ancak bu şekilde işleyebileceğini biliyor olmakla ilgilidir.
Ülkemizde demokrasi kavramını, demokrasi kültürünü sadece sandık, seçim, oylama olgusuna indirgeyen görüş ne yazık ki en geleneksel, en yaygın görüştür. Seçimle herkese ait kamu gücünü yönetmek için tayin edilmiş kişilerin yönetim ve kararları basın, medya ve yasalarla denetlenemezse demokrasilerin diğer bir olmazsa olmaz ilkesi olan seçimler sadece bir demokrasi aldatmacasına dönüşür. Demokrasi seçilenin seçmen tarafından denetimi ve seçilenin eline verilen yetkilerin ancak seçimle ve yasalarla onun elinden alınabilir olmasıdır. Bu temel ilke sadece belli aralıklarla seçim yapmak olmadığı gibi her konunun oylanabilir olması da değildir.
Şimdi İstanbul kentiçi ulaşımı için hiçbir program açıklamayan bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi yarım yamalak bir vapur silueti referandumu aldatmacasıyla demokrasi havariliğine soyunuyor. Orta ve uzun vadeli program, bütçe, ihale, karar ve gerekçe açıklamak bir yana bir yılı aşkın bir zamandır İBB ve İDO vapurlar ve deniz otobüsleriyle ilgili çelişkili açıklamalar yapmakta ve hepsinin ötesinde "vapurlar kaldırılıyor, deniz otobüsleri geliyor" gibi bir hava yaratılırken vapur ve deniz otobüsü hatları motorculara devredilmekte. Ulaşımda toplu taşıma ilkesini minibüslere terk eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Çelişkili ve aldatıcı beyanlar yetmiyormuş gibi İstanbul halkı vapur seçimiyle oyalanırken gerekçe ve fizibiliteleri asla açıklanmayan bir plan ya da plansızlık kararıyla deniz otobüsü alımı yapılıyor ya da yapılmak üzere ve bu karar resmen açıklanmıyor, laf arasında beyan ediliyor. Kimden hangi ihaleyle, hangi para ve borçlanmayla, hangi işletme bütçesi ve hesabıyla ne satın alıyoruz? Denetleme ve bunun sonucunun yaptırımları olmadıkça oylama da yapsanız, hangi yolla olursa olsun kararlara katılım da sağlansa nafile: plan ve hesabı sorulamayan yönetimlerle şaibelerden, ahbap-çavuş ilişkilerinden, dolaylı-dolaysız rüşvet ve yolsuzluktan arınmış demokratik bir yapı kurulamaz.
Ayrıca İstanbul'un belediye yönetimleri alınan kararları uygulamadan sürekli karar değiştirmekle ve bunun da hesabını vermemekle ünlüdür. İstanbul için yapılan planlar daha yürürlüğe koyulmadan rafa kaldırılır, halkı uyutacak göstermelik yeni planlar yapılır. "Plan yapıyoruz, işi bilenlere soruyoruz" sözlerine de artık kimse inanmıyor. İstanbul gibi devasa bir kent Brecht'in alaya aldığı gibi "bir plan yap, nasılsa yürümez, bir plan daha yap, ikisi de işlemez" ilkesine göre yönetiliyor. İşin can alıcı noktası bunun sorumlusu olması gereken seçilmiş kişilerin her türlü sorumluluk ve hesap vermekten azade padişahlar gibi karar verebiliyor olmaları. Bu ülkenin yasaları var, savcıları, avukatları, hakimleri var. Herkese ait bir zenginliği bu denli plansız ve hesapsızca harcayıp izzet ve ikbal içinde yaşamak nereden çıktı?
150 yıllık bir geleneğe ve dünyanın belki de en büyük kentiçi açık deniz tecrübesine sahip Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ni önce en elzem yatırımları keserek yoksullaştır, neredeyse işlemez hale getir, sonra özelleştirme gibi dahiyane bir buluşla bedavadan İDO adında TDİ benzeri bir şirkete topyekün devret ve elindeki mal, mülk, bina, vapur, tersane ve hepsinden önemlisi yıllarca bu işletmelerde emek vermiş insanları ve onların birikimini ve tecrübesini dağıt ve yok et. Bunun bu ülkede hesabını kimse sormazsa meydan demokrasilere değil yağmalara kaldı demektir. Kurulduğu günden beri İDO'nun herkesin vergi parasını çarçur edişinin hesabı da verilmedi, şimdi yapılan işlerin hesabı da yok, planları ve programları da açıklanmış değil. Böyle olunca hiç kimse hiçbir şeyden sorumlu değil ama milletin parasını, her türlü ortak birikimi ve zenginliği istediği gibi dağıtıp harcamaya memur. Kamu yönetimi böyle olmaz, kamu maliyesi böyle olmaz, kamu için yapılan her iş kamu tarafından denetlenebilir ve seçilenler yaptıkları işlerden sorumlu tutulur olmadıkça demokrasi de olmaz.
Demokrasinin Demirel'in bu ülkeye yerleştirdiği "226'yı bulan her şeyi yapar" zihniyetinin ötesinde bir şey olduğunu anlamak gerekiyor. Özellikle kamu işleyişi ve çıkarlarının en önemli denetim araçlarından biri olan basın ve medyanın referandum aldatmacası gibi tezgahlanan bir oyuna gelmeden meselenin özünü gündeme getirmesi gerekiyor. Yüzyıl kadar önce "memlekete hürriyet geliyor" denilince İstanbul'da halk "hürriyet"i görmek için sanmak böyle bir arızanın devamı olsa gerek.
Arif Çağlar
http://www.vapurumuvermiyorum.org/
---------------
Vapurlu Demokrasi
Bir demokrasi aldatmacası olarak vapur seçimi
"Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası başladığında haklı olarak bu hareketin demokrasiyle ilişkisine değinenler olmuştu. İBB ve İDO'nun "Haydi İstanbul vapurunu seç!" aldatmacası demokrasinin bir yutturmaca olarak nasıl tezgahlanabileceğini gösteren çok güzel bir örnektir.
Bundan bir yıl kadar önce İDO'nun "vapurlar eskidi, onların yerine deniz otobüsü işleteceğiz, vapurlar artık nostaljik ve turistik seferlere çıkacak" açıklaması üzerine "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası buna karşı çıktığı zaman sorulan ilk sorular şunlar olmuştu: İstanbul'da kentiçi deniz ulaşımı için yapılan plan nedir? Bu planlar hangi karar ve gerekçelerle yapılmıştır? İlan edilen deniz otobüsü satın alımı ihaleleri için ayrılan bütçe nedir, bu planın fizibilitesi var mıdır ve maliyeti nedir?
Bu sorular İDO gibi kamu hizmeti veren ve İBB gibi kamu kuruluşu olan kurumların soru sorulmasına gerek kalmadan herkese açıklamak zorunda oldukları konulardır. İşlerin böyle yürümediğini biliyoruz ama temel sorunun bu olduğunu da bildiğimiz için soruyu İstanbul Mimarlar Odası avukatları aracılığıyla İBB ve İDO'nun ilgili makamlarına sorduk. Bugüne kadar yanıt alınmış değildir. Bugüne kadar İDO ve İBB'nin bu konuda yapmış olduğu hiçbir açıklama da yoktur.
İBB yönettiği çok büyük bir bütçeyle elinde çok büyük güç olan bir kuruluştur, üstelik ticari bir kuruluş değildir, bir kamu kuruluşudur. Herkesin ortak gücünü herkesin çıkarına en iyi şekilde yönetmekle yükümlü ve bundan sorumlu bir kuruluştur. Demokrasinin temel ilkesi kuvvetin ve özellikle herkesin ortak olduğu kuvvetin herkes tarafından denetlenebilmesi ve bu kuvvetin kullanımında herkesin söz söyleyebilmesi, eleştiri yapabilmesidir. Başta devlet kuruluşları olmak üzere yerel yönetimler ve diğer kamu kuruluşlarının denetimi, bu denetimin kolaylığı, yani bu kuruluşların işleyişlerinin, bütçelerinin, karar alma şekillerinin ve kararların gerekçelerinin saydamlığı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Toplumun en büyük ortak gücünü yöneten kamu kuruluşları aldıkları her kararda bu saydamlık ilkesinin gereklerini yerine getirmezlerse ve hele bunu sorulan soruları yokuşa sürmek v.b. yollarla engellerlerse demokrasinin üzerine oturduğu en önemli temel sarsılmış demektir. Bir takım "devlet sırrı", "milli çıkarlar için gizli", "askeri ve stratejik önemi haiz" v.s. gibi denetlenmesi ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bırakılmış konular değil burada sorgulanan, bir belediyenin hesabını vermekle yükümlü olduğu, hiçbir sır ve savunma stratejisiyle ilgisi olmayan hizmetler.
Diğer bütün hizmetler bir yana burada çok somut İstanbul kentiçi deniz ulaşımı söz konusu. İBB ve İDO bu konuda önümüzdeki 5-10 yılı kapsayacak programı gerekçeleri ve bütçeleriyle birlikte açıklamak zorunda, böyle bir plan ve programı yoksa da bu plansız harcamaların hesabını vermek zorunda. Eğer bir planı, bir programı varsa bunu hangi kriter ve gerekçelerle oluşturduğu ve hangi karar süreçlerinden geçirdiğini açıklaması gerekir. "Vapurlarımızı vermiyoruz!" kampanyası da temelde bunu istiyor ve bu da demokrasiye inanmış her vatandaşın en doğal hakkıdır, en doğal hak olmanın ötesinde her demokratik kamu yönetiminin ancak bu şekilde işleyebileceğini biliyor olmakla ilgilidir.
Ülkemizde demokrasi kavramını, demokrasi kültürünü sadece sandık, seçim, oylama olgusuna indirgeyen görüş ne yazık ki en geleneksel, en yaygın görüştür. Seçimle herkese ait kamu gücünü yönetmek için tayin edilmiş kişilerin yönetim ve kararları basın, medya ve yasalarla denetlenemezse demokrasilerin diğer bir olmazsa olmaz ilkesi olan seçimler sadece bir demokrasi aldatmacasına dönüşür. Demokrasi seçilenin seçmen tarafından denetimi ve seçilenin eline verilen yetkilerin ancak seçimle ve yasalarla onun elinden alınabilir olmasıdır. Bu temel ilke sadece belli aralıklarla seçim yapmak olmadığı gibi her konunun oylanabilir olması da değildir.
Şimdi İstanbul kentiçi ulaşımı için hiçbir program açıklamayan bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi yarım yamalak bir vapur silueti referandumu aldatmacasıyla demokrasi havariliğine soyunuyor. Orta ve uzun vadeli program, bütçe, ihale, karar ve gerekçe açıklamak bir yana bir yılı aşkın bir zamandır İBB ve İDO vapurlar ve deniz otobüsleriyle ilgili çelişkili açıklamalar yapmakta ve hepsinin ötesinde "vapurlar kaldırılıyor, deniz otobüsleri geliyor" gibi bir hava yaratılırken vapur ve deniz otobüsü hatları motorculara devredilmekte. Ulaşımda toplu taşıma ilkesini minibüslere terk eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Çelişkili ve aldatıcı beyanlar yetmiyormuş gibi İstanbul halkı vapur seçimiyle oyalanırken gerekçe ve fizibiliteleri asla açıklanmayan bir plan ya da plansızlık kararıyla deniz otobüsü alımı yapılıyor ya da yapılmak üzere ve bu karar resmen açıklanmıyor, laf arasında beyan ediliyor. Kimden hangi ihaleyle, hangi para ve borçlanmayla, hangi işletme bütçesi ve hesabıyla ne satın alıyoruz? Denetleme ve bunun sonucunun yaptırımları olmadıkça oylama da yapsanız, hangi yolla olursa olsun kararlara katılım da sağlansa nafile: plan ve hesabı sorulamayan yönetimlerle şaibelerden, ahbap-çavuş ilişkilerinden, dolaylı-dolaysız rüşvet ve yolsuzluktan arınmış demokratik bir yapı kurulamaz.
Ayrıca İstanbul'un belediye yönetimleri alınan kararları uygulamadan sürekli karar değiştirmekle ve bunun da hesabını vermemekle ünlüdür. İstanbul için yapılan planlar daha yürürlüğe koyulmadan rafa kaldırılır, halkı uyutacak göstermelik yeni planlar yapılır. "Plan yapıyoruz, işi bilenlere soruyoruz" sözlerine de artık kimse inanmıyor. İstanbul gibi devasa bir kent Brecht'in alaya aldığı gibi "bir plan yap, nasılsa yürümez, bir plan daha yap, ikisi de işlemez" ilkesine göre yönetiliyor. İşin can alıcı noktası bunun sorumlusu olması gereken seçilmiş kişilerin her türlü sorumluluk ve hesap vermekten azade padişahlar gibi karar verebiliyor olmaları. Bu ülkenin yasaları var, savcıları, avukatları, hakimleri var. Herkese ait bir zenginliği bu denli plansız ve hesapsızca harcayıp izzet ve ikbal içinde yaşamak nereden çıktı?
150 yıllık bir geleneğe ve dünyanın belki de en büyük kentiçi açık deniz tecrübesine sahip Türkiye Denizcilik İşletmeleri'ni önce en elzem yatırımları keserek yoksullaştır, neredeyse işlemez hale getir, sonra özelleştirme gibi dahiyane bir buluşla bedavadan İDO adında TDİ benzeri bir şirkete topyekün devret ve elindeki mal, mülk, bina, vapur, tersane ve hepsinden önemlisi yıllarca bu işletmelerde emek vermiş insanları ve onların birikimini ve tecrübesini dağıt ve yok et. Bunun bu ülkede hesabını kimse sormazsa meydan demokrasilere değil yağmalara kaldı demektir. Kurulduğu günden beri İDO'nun herkesin vergi parasını çarçur edişinin hesabı da verilmedi, şimdi yapılan işlerin hesabı da yok, planları ve programları da açıklanmış değil. Böyle olunca hiç kimse hiçbir şeyden sorumlu değil ama milletin parasını, her türlü ortak birikimi ve zenginliği istediği gibi dağıtıp harcamaya memur. Kamu yönetimi böyle olmaz, kamu maliyesi böyle olmaz, kamu için yapılan her iş kamu tarafından denetlenebilir ve seçilenler yaptıkları işlerden sorumlu tutulur olmadıkça demokrasi de olmaz.
Demokrasinin Demirel'in bu ülkeye yerleştirdiği "226'yı bulan her şeyi yapar" zihniyetinin ötesinde bir şey olduğunu anlamak gerekiyor. Özellikle kamu işleyişi ve çıkarlarının en önemli denetim araçlarından biri olan basın ve medyanın referandum aldatmacası gibi tezgahlanan bir oyuna gelmeden meselenin özünü gündeme getirmesi gerekiyor. Yüzyıl kadar önce "memlekete hürriyet geliyor" denilince İstanbul'da halk "hürriyet"i görmek için sanmak böyle bir arızanın devamı olsa gerek.
Arif Çağlar
http://www.vapurumuvermiyorum.org/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)